1
Yorum
5
Beğeni
5,0
Puan
57
Okunma

Turgut Uyar’ın iç çekişiyle soruyorum:
“Nereye gülümsüyoruz, ey kalbim,
kentlerin omzunda sallanan lambalar kadar yorgunken?”
Cemal Süreya’nın ince sızısı gelip omzuma dokunuyor:
Belki bir kadın yüzünden,
belki bir çay buhuru kadar kırılgan bir hatıraya…
Gülümseyişimiz eksik bir virgül gibi havada kalıyor.
Nazım Hikmet’in mavisi uzaktan sesleniyor:
“Gülümsemek, en büyük kavga bazen!
İnsan umudu cebinde taşır da
kimse fark etmez…”
Ahmed Arif’in taşrasından bir rüzgâr esiyor:
Dağların alnı çatık,
körpe yürekler sıla diye çırpınır,
biz yine de gülümseriz,
yoksulun direnci kadar sahici.
Attila İlhan’ın sokağına düşüyor adım:
Sisli bir köşe, loş bir kaldırım,
biraz hüzün biraz sigara dumanı…
Gülümsemek — belki de yanlış istasyonda
yanlış treni beklemek kadar tutkulu.
Orhan Veli gelip tüm sadeliğiyle fısıldıyor:
“Belki hiçbir sebebi yoktur,
belki vardır da söylemeye gerek yoktur…”
Rilke uzaktan bakıyor, içe dönük bir geceden:
“İnsan gülümser çünkü içindeki karanlığı
kimse fark etmesin ister.”
Ve sonunda,
bütün şairlerin omuz omuza verip
aynı boşluğa baktığı o yerde
tek bir soru kalıyor:
Nereye gülümsüyoruz?
Belki yarına,
belki birbirimize,
belki de bir şiirin açtığı o ince yarığa—
içimizden sızan ışığa.
5.0
100% (2)