1
Yorum
1
Beğeni
5,0
Puan
47
Okunma

Gözlerimi kapattığımda, burnuma gelen ilk şey, toprakla karışmış o telaşsız, taze nefestir. Ardından, bir melodi gibi yükselir o koku; sadece bir çiçeğin değil, binlerce rengin ve dokunun ortak imza kokusu. İşte o an bilirim ki, bu, sıradan bir bahar esintisi değil, direkt kalbe giden bir çağrı. Çiçekler aşk kokar.
Sadece kırmızı güllerin o ağır, dramatik kokusu değil bu. Menekşenin utangaç fısıltısı, hanımelinin yaz akşamlarına sinen o sarhoş edici tatlılığı, kır çiçeklerinin isimsiz ama vazgeçilmez hafifliği... Hepsi, aynı hikâyenin farklı bölümleridir. Ve her biri, bir ayrılığı değil, bir kavuşmayı anlatır. Çünkü aşk, her zaman biraz acı taşısa da, özünde en saf, en canlı kokuyu taşır; tıpkı bir çiçek gibi.
Birine çiçek vermek, "Sana, dünyadaki en güzel ve en kırılgan şeyi sunuyorum," demektir. Ömrü kısadır, güzelliği geçicidir; ama bıraktığı iz, bir ömür sürer. Tıpkı gerçek aşk gibi. Onu kopardığınız an, bir yandan ölmeye başlar, diğer yandan da kokusunu en cömert şekilde yayar. Bu, bir teslimiyettir. Koku, kelimelerden daha dürüst bir dildir.
Şimdi sen de kokla. Aldığın bu nefes, sadece havayla dolup ciğerlerine inen bir gaz karışımı değil. O, yüzyıllardır süregelen bir vaat, her bahar yenilenen bir umut ve en önemlisi, hayatın bize sunduğu en nazik, en kırılgan aşk itirafıdır. Ve evet, ben bu kokuyu çok sevdim. O, her zaman geri dönülecek bir liman gibi.
Hüseyin TURHAL
5.0
100% (1)