0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
23
Okunma
Bir boşlukta sükût… Yağmur iner ince ince,
Nihal’in sessizliğini yıkar damla damla.
Şehir, bir silüet, pasını bırakır geceye,
Gökyüzü, yeryüzüne düşer, ağlar.
Bu yağmur, Nihal, bir aynadır şimdi,
Her damlada sırılanır sûretin.
Ben, bir “ben” değil, seni seyreden bir hiçim,
Sen, bir “sen” değil, aşkın yansıdığı bir deniz.
Bu ıslak camlardan süzülen her ses,
Senden bir parça, benden bir iz taşır.
Yalnızlık, buğulanmış bir nefes gibi,
Buluşur, sonra kaybolur yağmura karışır.
Ey Nihal! Yağmurun ritmiyle vuran kalp,
Sen misin, yoksa seni çağıran bu derin ah?
Her damla düşüşte bir “fenâ” hâli,
Yıkanır günahım, arınır bu siyah.
Bu şehir, bir beden; yağmur, kanıyla yıkar,
Sen, Nihal, bu bedenin gizli ruhusun.
Göklerden inen bu berrak sözün dili,
Âlem, seninle anlam kazanır, suskun.
Yağmur diner… Nihal, bir rüya kalır geriye,
Islak kaldırımlar, sırılsıklam bir özlem.
Sen gidersin, buğu çöker cama,
Ben, seninle yıkanmışım, senle temiz.
Artık yalnızlık, bir arınma şarkısı,
Her damla, seni hatırlatan bir rahmet.
Ve ben, o şarkıda eriyen bir “Nihal”,
Yağmurla indim toprağa, yağmurla çıktım göğe.