2
Yorum
6
Beğeni
0,0
Puan
113
Okunma
O kadar canım yanıyor ki,
bir noktadan sonra acı bile alışkanlık oluyor.
Kalp yanmaya devam ediyor ama sen artık hissetmiyorsun.
İşte orada, bir gecenin en sessiz anında,
Azrail’e yalvardım.
“Ne olur,” dedim, “gel artık…
bitsin bu sızım, bu eksik nefes.”
Ama o gülümser gibi baktı bana,
soğuk ama haklı bir ifadeyle,
ve sadece şunu söyledi:
“Sevenlerin her gün seni öldürüyor,
bana gerek var mı?”
O an anladım…
Ölüm bazen nefes almakla başlıyormuş.
Ve yaşamak, her gün biraz daha ölmek demekmiş.
Kalbim atıyor hâlâ, evet,
ama içimde çoktan defnettim kendimi.
Bir mezar gibi taşıyorum içimde her hatırayı,
ve her gülüşün bir mezar taşı gibi dikiliyor yüreğime.
Sen gittin, ama acın kaldı —
ve ben, her sabah o acıyla yeniden ölüyorum.
Biliyor musun, insan bazen öyle bir noktaya geliyor ki,
artık ne ağlayacak gücü kalıyor,
ne de susacak hâli.
Sadece bakıyor, boşluğa…
İçinde yankılanan bir ses:
“Bu kadar sevmemeliydim.”
Ama kalp dinlemiyor aklı,
yine o ismi sayıklıyor uykusunda,
yine o eksikliğin etrafında dönüyor sabahları.
Bir ara düşündüm,
belki de ben seni değil,
bende bıraktığın acıyı sevdim.
Çünkü artık senin olmadığın her an,
acı bana seni hatırlatıyor.
Sen gittin ama acın kaldı,
ve ben, acını kaybetmekten bile korkuyorum.
Azrail’in o sözü hâlâ kulağımda:
“Sevenlerin her gün seni öldürüyor,
bana gerek var mı?”
Ve ben her gün biraz daha eksiliyorum,
her gülüşte biraz daha soluyorum,
her hatırada biraz daha yok oluyorum.
Belki de ölmek,
bir anda değil,
her an seni hatırlamakla oluyormuş.
Artık kimseye anlatmıyorum içimde olanları.
Çünkü herkes dinliyormuş gibi yapıyor ama kimse anlamıyor.
Ben anlatırken yutkunuyorum,
onlarsa sadece “geçer” diyor.
Oysa bazı şeyler geçmiyor,
sadece susmayı öğreniyorsun.
Geceleri nefesim daralıyor bazen,
sanki kalbim kendi içinde bir mezar kazıyor gibi.
Bir ses, bir nefes, bir hatıra yeter…
yeniden o gecelere dönmeye.
Kendimden kaçtım artık,
çünkü her yerde senin izlerin var.
Bir şarkının sözünde,
bir sokak lambasının ışığında,
bir yabancının ses tonunda bile sen varsın.
Ve ben her seferinde yeniden ölüyorum.
Azrail haklıymış…
bana gerek yokmuş.
Çünkü sen gittikten sonra
her gün, her an, her nefeste
bir parçam zaten öldü.
Ve şimdi ben,
yaşayan bir bedenin içinde
ölmüş bir kalp gibi dolaşıyorum.
Kimse fark etmiyor,
ama ben biliyorum;
ben artık hayatta değilim,
sadece acının içinde nefes alıyorum.
Bir noktadan sonra acı bile konuşmuyor artık,
sadece susuyor,
ve sen o sessizliğin içinde boğuluyorsun.
Ne umut kalıyor,
ne de bekleyiş.
Bir zamanlar seni yaşatan şey,
şimdi seni bitiren şeye dönüşüyor.
Azrail’in sözü hâlâ kulağımda:
“Sevenlerin her gün seni öldürüyor, bana gerek var mı?”
Haklıydı.
Ben çoktan ölmüştüm zaten.
Sadece kalbim unutamadı öldüğünü…
ve hâlâ seni yaşatmaya çalışıyor içinde,
küle dönmeden,
son bir nefes kadar.
Sonra anlıyorsun,
ölüm bazen gelmiyor,
sadece kalıyor…
seninle birlikte.