1
Yorum
3
Beğeni
5,0
Puan
104
Okunma
Bir kayada iki keklik ötüyor,
biri sana, biri bana sesleniyor sanki.
Dağ taş yankılanıyor adınla,
ama senin sesin yok artık rüzgârda.
Bir zamanlar aynı patikadan yürürdük,
aynı sudan içer, aynı göğe bakardık.
Şimdi o su bulanık, o gök sessiz.
Yalnızım, hem de senin suskunluğunda.
Köyün üstüne akşam iniyor ağır ağır,
her evden duman yükseliyor.
Benim ocağım söneli çok oldu yâr,
bir ben ağlarım hâlime, gizli gizli.
Bir kayada iki keklik ötüyor hâlâ,
ama biri susmuş — diğeri de yorgun.
Sanki biri sensin, biri ben;
ikimiz de birbirimizin sesine hasret.
Hani bir gün demiştin ya,
“Dağlar aramıza girse de bulurum seni.”
Dağlar girdi, yollar uzadı,
ama sen dönmedin, ben bekledim.
Artık yolun başında yaşlı bir kadın oturur,
elinde eski bir mendil, gözünde nem.
O da bilir bu hikâyeyi —
“İki keklik ayrılmış birbirinden,” der.
Ben de derim ki:
“Ayrılık kader değil, unutuluşmuş asıl.”
Çünkü ben seni unutmadım;
yıllar geçti, ama her bahar adını çağırdım rüzgâra.
Bir kayada iki keklik ötüyor,
biri hâlâ senin tarafına bakıyor.
Benim yüreğimse taş kesilmiş artık,
ama içinde hâlâ senin izlerin var.
Yolun sonuna geldim belki,
ama türküm hâlâ bitmedi.
Ne zaman o sesi duysam,
sanki sen geçiyormuşsun yanımdan,
saçların kokuyor kekik gibi, dağ gibi.
Ey nazlı yâr,
bilsen, bu dağlar hâlâ seni konuşuyor.
Bir ben sustum, dünya susmadı.
İki keklik ötüyor hâlâ,
ama artık biri sensin,
biri… ben değilim.
5.0
100% (2)