7
Yorum
45
Beğeni
5,0
Puan
475
Okunma

Hiç ulaşamayacağını bildiği halde göğe uzanan dallara..
Bu şiir sanadır gül-i rânâm
Bir zamanlar gözlerin bana gökyüzü,
Kirpiklerin sabahımın ilk çiğ tanesiydi
Parmakların hayallerimin fırçası
Ellerin yorgun bedenime sığınaktı
Sesin ağaç yapraklarını öpen ezgi,
Saçların karanlık geceme ışık huzmesi taşırdı
Yanakların duygunun rengi
anın sıcaklığı,
Dudaklarının her kıvrımı aklandığım nehir yatağıydı
Bu şiir sanadır leb-i şirinim
Çünkü tek kelime bile senden başka yöne akmıyor içimde
Seninle aynı cümle içinde yan yana iki kelimeydik
Gidişinle düştü cümle
d’okunmadan kırılıp paramparça oldu bütün harfler
Meğer ateşi su sanmışım
Yarayı şifa bellemişim
Kocaman boşluğu ise sonsuzluk olarak görmüşüm
Geçte olsa anladım ki
Sevda dediğin önce cennet vaadiyle başlar
Sonra kırık aynada
Kendi yüzünü bile tanımadığın cehenneme dönüşür
Bu şiir sanadır ey dil-i sultanım
Sessizliğin rahminden doğan çığlık
Ardından düşen gölge gibi kalakaldım
kandım acının süslenmiş yüzü olan aşkına
Her şey çürümeye başladı
Umutlar hayaller
Kalbim artık tahta parçası,
üzerine çakılmış çivilerle dolu
Her çivi senin sözlerin
Her çivi senin bakışın
Her çivi sana inanışım
Paslandıkça çiviler
“ Heyhat “
Meğer ben kendi kendime neler etmişim
Bu şiir sanadır nur-i aynım
Gözlerimin içine saplanan özlemenin sabır taşına
Düşlerimi sallandıran
yanılgının dar ağacına
Feryadımı duymayan
Acının yıkılmaz dağına
Şehrimi yakıp yıkan
İçimde büyüyen çöl fırtınasına
Sahipsiz mektuplara
Seni unutturmayan şarkılara
İzini kaybettiren sokaklara
Öldüremediğim hatıralara
Bu şiir sanadır canım yarısı
yürek sızısı gönül ahımı alan
kıymet bilmeyen ömrümün ahde vefasızı
Fırat Yetiş
Ankara
5.0
100% (20)