2
Yorum
37
Beğeni
5,0
Puan
243
Okunma
Karanlık sokaklarda unutulmuş bir küfür gibi,
Benimle konuşuyordu rüzgar gizli gizli.
Safran rengi ceketli çocuk,
Çivili bir yalnızlığa yaslanmıştı doğduğu günden beri.
Ölümün kemerli kapısından bakan bakireydi zaman.
Ve bir şehir daha ellerimden akıp geçti bu akşam.
Kime anlatsam şu lağım gülüşlerini?
Kime desem: bir kuşun tüyüne işlemiş sürgünlüğümü?
Ben bir ihtimalin tutanak defterine yazıldım,
Çünkü ben kırmızıyla işaretlenmiş suçtum artık.
Beyhude mırıldanan saatler kadar anlamsız,
bir sarhoşun cebinde bulduğum şiir kadar tanıdıktım kendime.
Bak, adım kadar eminim;
Düşlerin kadavralarını toplamış bir memurun ellerinden
karanfiller sarkıyordu o gün.
Ve o karanfiller buharlaşarak,
gökyüzüne karışmış bir mahkeme kararıydı:
Müebbetlik melankoliye çarptırılmış bir şairin,
göz kapaklarında yankılanan...
Veda cümlesiydi o karanfil
ve ben duymamış gibi yaptım, umursamadım.
Çünkü her ayrılık devlete bildirilmezdi.
Siyah lalenin ardından gelen dumanlar,
Bir zamanlar öpüşülmüş duvarlarda gezinirken,
Gözlerime sirayet eden o eksik harfleri düşündüm:
Bir harfin küskünlüğüydüm ben,
Bir cümleden kovulmuş,
Sancılı, eksik,
İz bırakmaktan men edilmiş.
Ve herkesin bir susması vardı.
O suskunlukta büyüyen çiçekler vardı,
ve çiçekler…
Çoğu zaman kimliksiz mezarlara açardı.
Bilirdim ki ;
Her aşk en sonunda,
Kendi cenazesine katılmak zorunda kalırdı.
Söyle şimdi,
hangi dile çevireceğiz bu suskunluğu?
Hangi yemin susturabilir,
bir şairin hafızasında kanayan bu karanlık dizeyi?
Ben sorulmamış soruların tutanaklarındayım,
Şehrin alnında, kırmızı mürekkep lekesiyim.
Siyah lalenin ardından gelen duman,
bu gecede yükseliyor göklere.
Ve ben,
bir ihtimalin gölgesinde tutukluyum yine.
5.0
100% (15)