2
Yorum
9
Beğeni
0,0
Puan
178
Okunma
Gülbahar Anne
Gülbahar, gariban bir aileden gelen; çocukluğu yetim, üvey anneyle büyüyen, ezilen, hor görülen, okutulmayan bir geçmişle geçmişti. Mahallede görüp beğendiği Fatih’le, üç yıl sonunda üvey annenin elinden kurtulmak için kaçarak, büyük bir aşkla 19 yaşında evlenmişti. Fatih, 24 yaşında, sessiz ve dürüst bir adamdı; inşaatlarda kalıpçı olarak çalışıyordu. Henüz Gülbahar 22 yaşında, iki çocuk annesi olmuştu.
Evliliklerinin beşinci yılında, Fatih sabah işe giderken, karşıdan karşıya geçtiği sırada bir arabanın çarpmasıyla hayatını kaybetti. Ne sarılmaya fırsat kalmıştı ne de vedalaşmaya… Gülbahar o gün bir daha eskisi gibi gülmedi.
Hayat, onun için artık iki küçük çocuktan ibaretti. Oğlu Hasan dört, kızı Elif üç yaşındaydı. Fatih’ten geriye ne birikim kalmıştı ne de destek. Kimse ona tamamen sırtını dönmedi ama kimse de omzuna elini koyup “Yalnız değilsin.” demedi. Gülbahar yalnızdı. Ama pes etmedi.
Sabahları bir tekstil atölyesinde temizlik işine gidiyor, akşamlarıysa komşuların evinde ütü yapıyor, bulaşık yıkıyordu. Geceleri otobüslerde uyuya kalarak eve dönüyor, sabah erkenden uyanıyor, çocuklarını öperek kaldırıyordu.
Eve bazen sadece üzerini değiştirmek ya da yıkanmak için uğradığı günler olurdu. Bazen otobüslerde, bazen mescitlerdeki seccadelerde uyuklardı. Ama kimseye el açmaz, kimseden para istemezdi. Hiçbir gün çocuklarına kahvaltısız sabah yaşatmadı. Hasan’ın pantolonlarının dizleri hep yamalıydı, Elif’in çantasını bir yıl boyunca siyah bantla tutturdu. Ama çocuklarını her gün okula gönderdi.
Hasan, matematiği çok severdi. Küçük yaşta bile defterine köprüler çizerdi. Elif ise kitapların arasında kendini kaybeder, şiirler ezberlerdi. Annesinin mutfakta söylediklerini şiir hâline getirir, sonra annesine okurdu.
Liseyi zorlukla ve yoksullukla bitirdiler. Üniversite zamanı geldiğinde Gülbahar, ikinci işin yanına bir de üçüncüsünü ekledi. Sabahları iş yeri temizliğine gidiyor, öğleden sonra bir kantinde çalışıyor, akşamlarıysa bir apartmanın kapıcılığını yapıyordu. Bazen üç kuruş fazla kazanmak için gece köftecide çalışıyor, bulaşık yıkıyordu. Çocukları üniversitedeyken, “Birazcık daha dayanmalıyım.” diyordu. Onlara “Başka türlü kurtulamazsınız bu hayattan.” diyordu. Kendi hayatını feda ederek, onlara bir gelecek inşa etti.
Hasan, mühendislik fakültesinden mezun oldu. Gülbahar, o mezuniyet törenine aylar öncesinden hazırlanmıştı. Ancak üniversite şehir dışındaydı. Törene sabah erken saatlerde gelip, en arka sıradan sessizce gözyaşları içinde onu cübbesiyle gördü. Ertesi gün sabah erkenden işe gitmesi gerektiğinden, törenin bitmesini beklemeden yola çıktı ve evine döndü. Elif’in mezuniyetinde de aynı şey oldu. Elif, öğretmen olmuştu. Gülbahar hep uzaktan sevindi. Sessiz sevinçleri vardı, kimse bilmezdi.
Zamanla çocuklar iş hayatına atıldı. Hasan büyük bir şirkette mühendis oldu. Elif ise Kayseri’de bir kasaba okuluna atandı. Hasan, kısa süre sonra mimar olan sosyetik bir kadınla evlendi: Duru. Duru, güzel ve gösterişliydi ama fazlasıyla kibirliydi. Gülbahar’la hiçbir ortak yanları yoktu. Hasan, bu arayı kapatmaya çalıştı ama zamanla annesini daha az arar oldu.
Elif, öğretmen Selim’le evlendi. Selim iyi bir insandı ama annesine bağlılığı, Elif’i zamanla zorladı. Kayınvalidesi Gülbahar’a sıcak bakmadı. Elif ne kadar sahip çıkmak istese de ev ortamı gerginleşti. Ziyaretler seyrekleşti. Telefon görüşmeleri kısaldı.
Ve sonra bir gün, Gülbahar hastalandı. Kalp yetmezliği teşhisi konulduğunda, kimse ona “Yanıma taşın.” demedi. Hasan’ın eşi Duru bunu açıkça istemedi. Elif’in eşi ise durumu nezaketle reddetti. Gülbahar, hiçbirine yük olmak istemedi. Sessizce bir huzurevine yerleşti.
Günleri artık duayla geçiyordu. Sabah ezanıyla uyanıyor, çocuklarına dua ediyordu. “Allah’ım, onları koru; onları şaşırtma.” diye sabahlara kadar tesbih çekiyordu.
Bu sırada Hasan’ın hayatı paramparça olmaya başlamıştı. Duru’nun gösterişli hayatı, alışverişleri ve davetleri Hasan’ın omuzlarına ağır gelmişti. Borçlar birikti. Bir arkadaşının tavsiyesiyle kumara bulaştı. Kısa yoldan toparlamaya çalıştı ama daha çok battı. İşini kaybetti. Evi terk etti.
Sokaklarda, bir sabah gözleri nemli, cebinde son parasıyla yürürken annesini hatırladı. Yıllar sonra ilk defa bir kapının ziline bastı: huzurevinin. Gülbahar, kapıyı açan hemşireye bakarken Hasan’ı gördü. İçeri girmedi. Sadece başını gökyüzüne kaldırdı ve gözlerinden yaşlar süzüldü.
Hasan oradan hemen ayrıldı. Günlerce gece gündüz inşaatlarda çalıştı, birikim yaptı. Küçük, mütevazı bir ev tuttu. Sonra annesini, tüm işlemleri hızlandırarak huzurevinden çıkardı.
Gülbahar o evde yıllar sonra ilk kez oğluna sarıldı. Hasan, ilerleyen günlerde namaza başladı. İş aramaya, borçlarını ödemeye, el emeğiyle para kazanmaya başladı. Elif de daha sık gelir oldu.
Yıllar sonra, Gülbahar mutluydu. Ancak bir sabah, sessizce uykusunda vefat etti. Evin duvarında hâlâ onun tesbihleri asılıydı. Geride ne para bıraktı ne mal. Ama Hasan ve Elif’in kalbinde tarifsiz bir boşluk bıraktı. Ve o boşluk, parayla değil; ancak sabırla, dua ile, sevgiyle dolan bir boşluktu.
Çünkü Gülbahar’ın hayatı, yokluk içinde var olunabileceğinin; fedakârlığın bir annenin adı olabileceğinin ve imanın insanı tekrar hayata döndürebileceğinin yaşayan kanıtıydı. O, kimsenin alkışlamadığı ama Allah’ın ve meleklerin her gün adını andığı bir kahramandı. Geriye bıraktığı miras; sabırla yoğrulmuş bir direniş, sevgiyle örülmüş bir emek ve dualarla yükseltilmiş bir yaşam örneğiydi.