Bir Çağın YorgunluğuHiçbir şeyi özlemiyorum, Kendimden kaçıyorum, Kara trenin dumanlarında, Genzim daralıyor her nefeste. Kaçışım benden mi, Yoksa senden mi ey zaman? İzlerini kaybettim, Yollarını yok ettim... Yorgun bir kaptanın gemisindeyim, Batmak üzere bir gövde, Dalgalarla savrulan, Ve uyuyan mürettebat, Sessizlik içinde. Haykırıyorum! Karanlık sularda bir çığlık gibi, Bir yanıt arıyorum... Batmakta olan gemide, Kimse duymuyor sesimi. Yolcular uykuda, Ben uyanık bir rüya görüyorum. Kendimle savaşırken, Bu gemiyi kurtarabilir miyim? Yoksa sulara mı gömülürüm, Kimse bilmeden? Gökyüzü ağır, Gök kubbe üzerime çökmüş, Kendi soluksuzluğumda, Bir nefes arıyorum. Ama ne çare! Ne uykusuz geceler, Ne sabaha karışan düşler, Hiçbiri geri getirmiyor beni.... Nice zamanlar uykusuz, Gecenin karanlığı üzerimde. Şafaktan sızan ışıklara, Yorgunluğumu bırakıyorum. Ama o da almıyor, Kırılganlıklarım, Kendi gövdemde bir fırtına... Soluksuz bir mücadele bu, Kendi içimde bir savaş. Yıkılan kaleler, Sönmeyen ateşler, Hiçbiri beni hafifletmiyor. Kendi gölgemde kaybolmuşum, Kendi sesimde boğulmuşum... Her adımda, Bir başka uçurum. Her nefeste, Bir başka yorgunluk. Ben kime tutunayım? Bu savaşta, Kime sığınayım? Rabbim, Kendi gökyüzümden düşerken, Sana açıyorum ellerimi. Bu yükü hafiflet, Bu karanlığı dağıt. Çünkü ben, Kendi sesimden bile yoruldum... Eski bir gemide, Batmak üzereyim. Dalgalar savuruyor beni, Bir o yana, bir bu yana. Yorgun bir kaptan gibi hissediyorum, Geminin gövdesine tutunmuş, Uyuyan mürettebata sesleniyorum... Uyandırmak için herkesi, Haykırıyorum karanlığa. Ama sesim duvarlara çarpıyor, Dalgalar boğuyor yankısını. Kimse yok, Kimse kalmamış, Yalnızca ben ve bu gemi, Kendi karanlığımızdayız... Gök kubbe üzerime çökmüş, Ağırlığı altında eziliyorum. Bir umut ışığı beklerken, Yine kendimi buluyorum, Kendi karanlığımda. Bu gemi kurtulur mu, Bu kaptan dayanır mı, Bilmiyorum artık... Ama haykırmaya devam edeceğim, Dalgalar beni susturana kadar. Çünkü bir umut var içimde, Bir gemi daha vardır belki, Bir kurtuluş yolu daha. Ve o yolu bulmak için, Son nefesime kadar direneceğim... Trajik bir çağın gölgesinde, Zihnimize yerleştirdikleri kalıplarla, Orijinal bedenlerimiz, Kendi ruhlarını taşımaktan aciz artık... Her yeni sabah, Başka bir maskeyle uyanırız, Ve her akşam, O maskeyi düşürürüz yere, Altından çıkan yüz, tanıdık mı, kim bilir? Kapital yaşamın değirmeninde öğütüldük, Halaç pamuğuna çevrilen ruhlarımız, Sahi, bizim miydi o ruhlar? Yoksa çoktan kiraya mı verilmişti Bir başkasının isimsiz hayallerine? Orijinal sandığımız her kırıntıya, Dört elle sarıldık, Ama avuçlarımızdan kayıp giden Bir avuç tozdu sadece... Bir kafes kurdular, Altın rengi boyanmış parmaklıklarıyla, İçine sığdırdıkları hayaller, Bir başkasının el yazısıyla yazılmıştı. Biz mi yaşıyoruz bu hayatı? Yoksa bir başkası mı taşeron? Bedenimiz yorgun, ruhumuz küskün, Bir varoluş krizi içinde savruluyoruz... Hayatın meydanında mağlup olmak, Sanki bahtımıza kazınmış bir yazgı, Başımızı eğmişiz, Sadece fısıldarız içimizden: "Başka bir dünya mümkün müydü?" Oysa kaybetmek, Bir son değil, Yeni bir başlangıcın ilk satırı olabilir mi? Her yenilgide, Kendi küllerinden doğan bir feniks gibi, Kendimize dönmek mümkün mü? Duyuyor musun? Ruhun hala bir şeyler söylüyor, Bu dünya seni unuttu belki, Ama sen, Kendini unutma... Bir çağı yitirmiş olabiliriz, Ama kendi içimizde bir çağ yaratmak, Hala elimizde. Zihnimizi özgür bırakabilirsek eğer, Parmaklıklar arasından, Göğe kanatlanabiliriz... Bir çağın yan ürünleri olarak değil, Kendi öz benliğimizle, Kendi yolumuzu çizerek Yeniden başlayabiliriz... Bu dünya mağlup etti belki bizi, Ama unutma, Her yenilgide saklı bir zafer vardır. Ve her düşüş, Yeni bir ayağa kalkışın habercisi olabilir. Çünkü insan, Kaybolduğu an değil, Umudunu yitirdiği an yenilir. Ve biz, Hala umut edecek kadar canlıyız. Erol Kekeç/20.10.2024/Sancaktepe/İST |