Cehennem ButonuKayda değmeyen doğruların alacakaranlığında Hayatımızı oyun bahçesine çeviren Ve dünyayla dalga geçen bir erk, Bir Mask var artık Önünde cehennem butonu ... Şu isli yüzün yorgunluğu Dilsiz bir mülteci gibi karşılar seni Ciğerlerinin penceresizliğinin borsasını Hayaline erişilmiş bir kariyer sayar kendine Oysa yağmurun isyanında görülen Boyutsuzluk çelmesi Ve çamurdan kentler oluşturması Bir nevi iklimsel ödüldür bize Belleğimiz de kökünden oynasın diye Yapılan yolculuğun sonuna yaklaşıyoruz Zira öyle histerik bir yolculuktur ki bu Hiçbir bunak soytarı durduramaz artık Atmosferin sabrında sakladığı devasa cehennemi Yarına dair Hacmini büyütüyorken obur umutsuzluk Hangi tanrının kulaklarının pasını temizleyebilir Bir halk türküsü Bu bir korku filmi değil artık Zira hangi inancın eli uzasa kutsanan kitaplara Çöl zombileri çıkar karşısına Kronikleşmiş hastalıklar koğuşunda Bu nedenle Mağrur yalnızlıklar zulasına çekilmişsen Ve ifşa olmuşsa serkeş korkuların Ve çaresizliğinin komedyasını Gümüş tabakta sunuyorsan balık hafızalılara Bundan kime ne Kime... Hem kim, kim ki? H. Korkmaz, 2024 İst/Sthlm |
ennbüyük yalanla size eşlik ediyorum… hayatımızın en uzun bölümü yalanların üzerine kurulu…
ÖLÜMSÜZLÜK GÖLGESİ
birer tanrıyken eski zamanlarda
kanayan duvarların önünde
yitip gitti dünyamız, paramparça bir rüyanın kıyısında
karanlıklar içinde
bir kutsal yalan,
kutsal bir sessizlik
cehennem butonuna son kez bastığında
bizler gibi birer silüet olur anılar
kuru, yanık otlar gibi savrulurken
bozkırın çorak gövdesine dokunan yalanlar
bizden çaldıkları umutları sindirip
bir rüzigâr gibi uçururlar ahmaklığı, gözlerdeki o boşluğu
yüzünde sinmiş soğuk bir gülümseme,
ağır ve sessiz ilerler zaman
bu da bir tür firar mıdır
tanrı’nın unutulmuş bir yanıt gibi
saf köşelere fısıldanan kanat çırpışları
haykıran yalnızlığında, mağrur susuşlarında
kimin kirpiklerinde tutsak kalan ölümsüzlük
ve hangi yüzyılın göğsünde saklı o ağır korkular
geceyi bölüyor yıldızların sessizliğinde
anlamsız kehanetleri kemirirken sokakların
kireçli, eski zaman ruhları
bir ayak sesi duyar gibi, çırılçıplak tüm düşler
çamurlu bir sabaha doğarız yine,
kaç yerinden bükülse de kalbimiz
kendi cenazemize yürüyüşümüzdür bu
her çığlığımız, kendimizden arta kalandır
ansız bir kibrit gibi yanmaya mahkum
kim bilir kaç yüzyıldır yaşıyoruz
gerçekle dokunmuş bu düşsel kıyameti
yaralı çocuklar gibi sarıldık umuda
hani o inancın bile sustuğu anlar vardır ya
işte öyle zamanlarda
ve yalnızlıkla mühürlenen bir kanat açışı
son sözüm tek bir sızıdır dünya
tebrikler