Mutluluk oyunlariHani bazen, gidersin iç dünyanda bir kenara gözlerden uzak. Bir kış günüdür, yağan kar tipilerinde iliklerine kadar duyarken soğuğu, kuğu sürülerini izlersin, buz tutan gölün üzerinde. Nasıl üşümediklerine gıptayla bakıp, izlersin bir arada özgürce yaşamlarını. Sonra özgürlüğün ne kadar güzel olduğunu, gerçek özgürlüğün kokusunu çekersin genizlerine. Unutursun tüm kaygılarını, doğanın içinde kaybolmak istersin ya, özgürlüğün düşlerinde. Yağan karların, ayak izlerini nasıl gizledigine şahit olursun. Ve dersin ki kendine! Ayak izlerimi bile yok etmeye meyilli doğa, varlığıma da tahammül edemiyor ya. Her şey yok olmaya mahkûm, her şey gelip geçici. Yağan karlarda eriyip, buharlaşıp, göğe yükselmeye mahkum. Her şey bir dönüşümden ıbaret. Toprağa mahkum bir yok oluşun hikayesini bırakıpta giderken hiçliğin patikalarında ne çok yol hikayeleri var. Bir yaz gecesinde üşüyorum karlara, Buharlaşıp giderken gecenin karanlığa çırpınan anında. Bir tebessüm bırakmak istedi gönül yine, Uzanipta tutamadığı en parlak yıldızın gizemine. Ellerimin boşluğuna koca bir evreni sığdırma telaşı bu. Bu ellerle ben, kumdan kaleler yapıp, kurşun askerler ile ne guzellikler fethetmiştim oysa. Tekerlekleri kabaktan olan savaş arabalarını yürütmüştüm çocukluğun geniş ufkunda. O savaşlar ki, mutluluk üzerineydi ve hep iyiler galipti. O dünyanın içinde rahvan yürüyen atların üzerinde sevgi dağıtan süvariler vardı. Hem de yemyeşil çayırlara hayat veren tertemiz pınarlar akardı. Suyun uzerindeki yeşil yosunlar gülümserdi bir derenin çağıltısına. |