Kırık Kanatların GölgesindeŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Sıcak bir yaz günüydü. Aylardan muhtemelen hazirandı. 1986 ya da 1987 yılları. Güneş, Orta Anadolu’nun köyden herhangi bir farkı olmayan küçük bir ilçesindeki kerpiçten yapılmış, toprak sıvalı iki odalı evin üzerindeki toprak damı deyim yerindeyse tam manasıyla kavuruyordu. Bahçedeki kayısı ağaçlarının gölgesi yaz sıcağının çöle çevirdi bahçedeki serin vahalara benziyordu. Evin bahçesinde oyun oynayan dört yaşındaki Murat, yere eğilmiş, toprakla ve taşlarla oynuyordu. Murat ailenin ilk çocuğu ve ilk torunuydu. Babasının üç kardeşi daha vardı. Babası, annesi, babaannesi, dedesi ve amcaları aynı bahçenin içindeki iki evde yaşıyorlardı.
İlk ev babaanne ve dedesinin evi. Bu ev kiremit çatılı üç oda bir salon, geniş bir balkon ve kömürlükten oluşan kerpiçten yapılmış bir evdi. Bu evi babaannesinin babası ve dedesi birlikte yapmışlar ve senelerce aynı çatı alında yaşamışlardı. Bu ev ve ilçedeki bir çok ev aynı düzenden yapılmıştı. Bunun nedeni ise ilçede kaymakamlık konutunun projesinin ilçe halkı tarafından birçok evin yapımında kullanılmış olmasıydı. Zamanında yapılabilecek en güzel evlerdendi. Döneminde inşa edilen her ev kerpiçten yapıldığından bu evde kerpiçten yapılmıştı. Evin tavanları kalın kütüklerden ve hasır sergiden oluşuyordu. Harcanan emek ve alın teri ile oluşmuş bir baba ocağı. Zamanla önce Murat’ın babası doğmuş, ardından amcaları dünyaya gelmiş ve elbette bu sırada Murat’ın babaannesinin babası, dedesinin kız kardeşi ve büyükler birer birer öbür dünyaya göçmüşlerdi. Evin en büyük oğlu olan Murat’ın babası Yaşar on sekiz yaşına girince evlendirilmişti. O zamanlar on sekiz yaş evlenmek için geç bile sayılırdı. Ama Yaşar evlenmeden önce babasının evinin yanına Murat’ın doğduğu ve büyüdüğü ev olan kerpiçten yapılmış, toprak sıvalı, toprak damlı bir ev yapılmıştı bizzat babası ve dedesi tarafından. Yaşar Murat’ın annesi Yasemin ile evlendiğinde bu evde yaşamaya başlamışlar ve Murat’ta bu evde doğmuştu. Çevresinde annesi, babası, babaannesi, dedesi ve amcalarıyla dolu olan bu kalabalık evde, Murat’ın dünyası bu iki evin güneyindeki yaklaşık iki yüz metrekarelik, içinde kömürlük, odunluk ve kiler olan, elma, kayısı, iğde ve dut ağaçları bulunan bahçeydi. Küçük elleriyle toprağı kazarken, annesi Yasemin’in sesiyle irkildi. "Murat, oğlum, gel buraya! Şimdi şu pencereden gireceksin ve civcivi yakalayıp bana vereceksin! Girsene içeri a oğlum bakma öyle avanak avanak! Bak, civciv kaçmış, onu yakala da getir," diye seslendi annesi. Murat koşa koşa annesinin yanına gelmiş ve annesinin verdiği talimatlara şaşırmıştı, annesinin sesine karşı koymak istese de, annesinin ısrarı ve zorlamasıyla başını eğip içeriye doğru yöneldi. Her şey bir anda oluvermişti. Annesinin yanında babaannesi de vardı. Aslında ne odaya girmek ne de civcivi kovalamak istiyordu. Ayrıca neden evin kapısı kilitliydi, neden kapıdan değil de pencereden girmek zorunda kalmıştı, civciv neden kaçmıştı bunların hiçbirisini bilmiyordu. Evin mutfak olarak kullanılan odasına giden kapının ve evin ana kapısının kilitli olduğunu sonradan fark etti. Kapı neden kilitliydi, hatırlamıyordu. Belki de hatırlamak istemiyordu. Gözleri pencereye takıldı. Pencerenin sinek teli yırtıktı ve içeri girmek için bir yol sunuyordu. Murat, küçük bedeniyle pencerenin kenarına tutunarak zorlukla içeri tırmandı. Ayakları yere değdiğinde bir an sendeledi, sonra hemen civcivin peşine düştü. Civciv, parlak kınalı kanatlarıyla odayı bir uçtan diğerine hızlıca geçiyordu. Murat, minik adımlarıyla onu takip ediyordu, ama bir türlü yakalayamıyordu. Babaannesi Havva, Murat’ın annesi ile birlikte mutfağın penceresinden torununu izliyordu. "Yavaş ol Murat, dikkat et, kırıp dökme bir şeyleri," diye uyardı yumuşak ama kararlı bir sesle. Murat, civcivin peşinde durmaksızın koştururken, annesi Yasemin Murat’a talimatlar veriyordu. Başında yazması, elleri unlu, biraz yorgun ama her zamanki şefkatiyle dolu değildi sanki. Murat civcivi elinden her kaçırdığında annesi biraz daha sinirleniyordu. Bir yandan da; "Murat, dikkat et oğlum. Bak, zarar verme hayvancağıza," diye söyleniyordu. Ama Murat, civcivin peşinden koşmaktan yorulmuştu. Tam yakalayacak gibi oluyor ama civciv avuçlarından kaçıveriyordu. Nihayet civcivi köşeye sıkıştırdı. Küçük ellerini civcive doğru uzattı. Tam yakalamıştı ki bir çığlık yükseldi. Civciv, kanadını incitmişti. Murat ise civcivin yakalandığı için bağırdığını sanıyordu. Ancak yakalamak için fazla sıkmış olacaktı civcivi ki kanadı kırılmış olmalıydı. Annesi ve babaannesi mutfağın penceresinden Murat’a bağırmaya ve azarlamaya başladılar. Annesi civcivi korka korka da olsa mutfağın penceresine götürdü ve aynı korku dolu ifade ile titreyerek annesine teslim etti. Annesi civcivin kanadının kırık olduğunu görünce yüzü asıldı. "Eyvah! Murat! A salak oğlan! Neden dinlemedin beni? Yazık oldu hayvancağıza," dedi sert bir sesle. Babaannesi de torununa biraz kızgındı, ama içi de burkuluyordu. "A kuzum, niye dikkat etmedin? Görmedin mi hayvancağızı? Yazık ettin ona." dedi. Murat, suçlulukla yere baktı. Küçük yüreği sıkışmıştı, yaptığı hatayı telafi edememenin çaresizliğiyle doluydu. Gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Hiçbir şey söyleyemedi. İçinde keskin bir bıçak içini boylu boyuna kesiyordu sanki. Annesi Yasemin ve babaannesi Havva, Murat’ı orada unutup civcivle ilgilenmeye başladılar. Murat kapısı kilitli mutfakta tek başına kalakalmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Ağlamak istiyordu ama ağlayamıyordu da. Sonunda Murat, gözyaşları içinde başını salladı. Tek başına yapayalnız ne kadar o oda da kaldı hatırlamıyordu. Murat bu anıyı ömrü boyunca hiç ama hiç unutamayacaktı. O gün, küçük yüreğinde büyük bir iz bırakmıştı. Civcivin kırılan kanadı ve annesiyle babaannesinin azarlamaları, çocukluğunun unutulmaz bir anısı ve daha da kötüsü bir travması olarak senelerce canlı kalacaktı. Murat ömrü boyunca birileri tarafından çağırılmaktan, görevlendirilmekten, sorumluluk almaktan korkacaktı. Sıcak bir yaz günü yoksa haziran mıydı? Orta Anadolu’nun kucağında, Ve toprak damlar altında, Silikleşemeyen her daim canlı anılar mıydı? Kerpiçten bir evde doğdu anılar, Kavurucu güneşin altındaki cennetinde Murat oyunlar oynar. Dört yaşında bir çocuk, toprakla dans eder, Kayısı ağaçlarının gölgesinde serinlik arar. Elma, kayısı, iğde ve dut, Bahçede büyür Murat ve içindeki umutlar. Annesinin sesiyle irkilir, "Murat, gel buraya, civcivi yakala." Küçük yüreğiyle anlamaz, sorgular, Neden pencere, neden kilitli kapılar? Küçük bedeniyle pencereye tırmanır, Ayakları yere değer, sendeleyerek bakar. Civciv odada uçuşur, Murat peşinden koşar, Yakalamak için çırpınır. Babaannesinin sesi, yumuşak ama kararlı, "Yavaş ol Murat, kırıp dökme sakın." Annesi Yasemin, biraz yorgun, biraz sabırsız, "Murat, dikkat et oğlum, zarar vermekten sakın." Murat civcivi köşeye sıkıştırır, Küçük elleriyle kavrar, ama çok sıkı. Bir çığlık yükselir, kanat incinir, Murat, suçlulukla bakar, gözyaşları dökülür. Annesi ve babaannesi azarlarken, Küçük yürek daha da sıkışır. Civciv, kırık kanadıyla çaresiz, Murat’ın küçük dünyasında koca bir hüzne dönüşür. Yalnız kalır mutfakta, kilitli kapılar ardında, Gözyaşlarıyla hatırlayacak bu anı, Küçük bir civcivin kırılan kanadı, Çocukluğun acı bir hatırası. Ve o gün, kalbinde bir iz bırakır, Kırılan kanatların gölgesinde büyür korkular. Bir daha hiç unutamayacak, Bir daha hiç aynı olmayacak. Murat’ın dünyası, kalabalık ama yalnız, Görevler ve sorumluluklar hep ağır. Bir yaz günü, bir çocuk anısı, Bir ömür boyu sürecek bu travma. |