anlatılana kulak vermekle başlar aslında tüm zenginlikler dinlemek, kulağımızın erişebileceği en büyük hazinelerden biridir belki de güzeli, iyiyi, yaşanmışı, yaşanmamışı, olmuşu, olmamışı…
her özlü konuşmayı bir yaşanmışlık bir hikaye ya da okkalı bir tecrübeyle noktalardı dedem sözün yavanını kulağının ardına at evlat sözün hasını ise kulağına küpe yap elbette bu kadarla kalmazdı bu sözlerin önü arkası
başında takkesi omzuna attığı ceketi elinde tespihi ile ceviz ağacına yaslanır bağdaş kurup oturduğu dizlerini ovalaya ovalaya hem konuşur hem ah çekerdi
neredeyse her tespih tanesine bir ah düşerdi bilirdim ki dedem eski günlere özlem duyar eskiyi arar eskiye yorardı arada bir de içli bir türkü tuttururdu
türkü bitince başlardı anlatmaya eskiden üzüm bağlarıydı buralar parmak kadar üzüm taneleri olurdu asmalarda vallahi tadından yenmezdi bağ bozumu zamanı konu komşu bir araya gelir imece usulü çalışırdı bugün bize yarın size
toplanan üzümler çuvallara koyulur çuvalın ağzı sıkıca bağlanır çizme giymiş güçlü kuvvetli kişiler tarafından çiğnenirdi şıra bir tarafa posa bir tarafa
* tüm bunları anlatırken sık sık iç çekerdi dedem ne günlerdi be hey ne güzel günler hey bayram yeri gibi olurdu şu cevizin dibi gelene geçene fakire, fukaraya uçan kuşa bile yeter de artardı kazanlarda kaynayan nimet
türkü söyleyenler masal anlatanlar taklit yapanlar hiç eksik olmazdı kolay gelsin, bereketli olsun diyen buyururdu sofraya
yufka ekmeği kıvırır da daldırırdık sahandaki kıvama karnını bir güzel doyuran ahali kazanlardaki pekmezi toprak küplere boşaltırdı kurdun kuşun hakkı da gözetilirdi elbet boşaltılırdı etrafa pekmez kepçe kepçe karıncalar, sinekler, böcekler de nasiplensin diye
* dedem tüm bunları öyle güzel öyle içten öyle özlemle anlatırdı ki onun sözlerini pekmezden daha tatlı bulurdum pekmeze değil de eskilerde yaşanan komşuluk ilişkilerine birlik beraberliğe, samimiyete berekete olan hasretin vücut bulmuş halini görürdüm dedemde
sadece bağ bozumu vaktinde böyle değillermiş elbette aynı şenlik aynı yardımlaşma aynı coşku harman zamanında da benzer şekilde sürer gidermiş buğday başaklarının altın sarısı rengine türküler eşlik edermiş
“harmana serdiler sarı samanı hiç bitmiyor dağın dumanı da …dağın dumanı gel otur yanıma benim sevdiğim ayrılık mı olur harman zamanı da.. yayla zamanı”
uçsuz bucaksız buğday tarlalarını harman yerini bir masal coşkusuyla anlatırdı dedem orakla biçer dirgenle toplardık çapayla eker, sıpayla yığardık öbek öbek ekinler, düvenle sürülürdü
ambarlara doldurulan buğdaylar bahara kadar yenilirdi ot samanı ile ak samanı karıştırır ahırlara yığardık hayvanların aşı olurdu onlar idare etmeye yeterdi kış boyu
düven sürme işi hep dedemdeymiş öküzleri en iyi dedem zapt edermiş çünkü buğday tanelerini saplarından ayırmak öyle kolay iş de değilmiş hani defalarca dönmek icap edermiş ekin yığınlarının üzerinde yorulunca düvenin üstüne bir iskemle koyarmış ona oturup öyle dönermiş bunu bir çeşit lüks gibi anlatırdı dedem ağa bu ya … elbette iskemleyle dönecek
çektikleri zahmetten dolayı yorgun düşen öküzlere karşı bir çeşit haksızlık duygusu sarardı içini bir tarafta sıcağın altında ter döken hayvanlar diğer tarafta iskemlesinde rahatça oturan öküzlere emir yağdıran ağa merhameti boyundan çok çok büyüktü benim dedemin
neyse gel zaman git zaman öküzler bir gün ağayı atıvermiş düvenden aşağı ağa bir tarafa iskemle bir tarafa
düvenle birlikte göbelek tutmuş gibi koşarak haldır haldır uzaklaşmış iki öküz harmanlıktan çok uzağa köyün çıkışındaki pancar tarlasında bulmuşlar zavallı hayvanları
güneşin en tepede olduğu öğle vakti vuku bulmuş bu olay e tabii, bu kadar eziyete gelir mi bu hayvanlar bu kadar sıcakta bu kadar çalışmaya, tere, koşturmaya elbette onlarında var bir canı velhasılı o gün ağanın son günü olmuş harmanda bir daha tarlaya ne inmiş ne de harmana gelmiş
bu olaydan sonra köy yerinde birisi bir yerden fazlaca geçerse ya da bir yerin etrafını çok gezerse ağanın düveni gibi ne dönersin sözü kullanılır olmuş
* “işte bu dünya böyledir evlat…” derdi dedem bazen başardıklarınla bazen de başaramadıklarınla namın duyulur bazen özünle, bazen sözünle şanın yürür kiminin diline saygıyla düşersin kimininkine kaygıyla kimi rahmet okur otuna ,ocağına kimi ilenç kimi hayır dua ile anılır kimiyse doğru bildiğinde yanılır
ustaca süzülürdü konunun dışına maharetlice değiştirirdi bahsi dedem hissettirmeden verirdi mesajını omzundan hafifçe aşağıya kayan ceketini düzeltir tespihinden birkaç tane çeker araya hiç zaman girmemişçesine bir önceki konuyu kaldığı yerden devam ettirirdi
içten içe gurur duyardı kendisiyle bunu mimiklerinden anlardım öküzlerine gözü gibi baktığını da anlatırdı uzun uzun
düveni iyi sürmeyene kız vermezlerdi o zamanlar evlat harman döven öküzün ağzı bağlanmaz evlat yediğinin üç katını yedireceksin içtiğinin beş katını içireceksin mal dediğin beklemeyi bilmez sabretmeyi sevmez bu yüzden kendinden önce onu düşüneceksin
sen ona iyi bakacaksın ki o da sana baksın armanda yüzünü kara çıkarmasın evlat ho deyince gitsin ha deyince bitsin her sözüne itaat etsin
ha bu iş öyle bağıra çağıra, tekmeyle silleyle olmaz tatlı dille has sözle güler yüzle yaklaşmak icap eder evlat
* yumuşak mizaçlı bir insandı dedem merhameti hırsından katbekat fazlaydı insana ne ise, hayvana, taşa toprağa da oydu ekmek kırıntısını nasıl ziyan etmez de işaret parmağının ucunu ıslata ıslata tek tek toplarsa tabağının içinden odun kıymıklarına da aynı özeni gösterir hiçbir parçayı boşa harcamazdı
elinde bir süpürge bir kürek üzerine basılmasına zinhar izin vermediği en ufak odun tanelerini bir araya getirir ya sobada ya da ocakta kullanılmak üzere biriktirirdi
hiç olmadı, bahçeye gömer toprağa katık ederdi sonra da büyük bir gururla derdi ki biz anamızdan, atamızdan böyle gördük evlat tek bir zerreyi bile boşa götürmemeyi dedemden öğrendim ben
nafakasını nice zahmet çekerek kazanan bir insanın bir çöpe dahi böyle bu kadar kıymet vermesini anlamak zor değildi elbet dedemin hayat felsefesi mana üzerineydi her zaman
hayatta her şey değerliydi onun gözünde parmağının ucundaki tırnak ara ara boza çalan toprak ağacın dalında salınan yaprak çok uzaklardan gelip geçen kuşlar ağacın gövdesine yapışıp kalmış sorguçlar kelebeğin kanadındaki benek kırlent kenarlarına iliştirilmiş nakışlı çiçek
bir sandık dolusu altın ne kadar değerliyse ucu işlemeli, anasından kalma solmuş bir mendil de aynı ayardaydı onun gözünde dedemin anlattıkları sadece çalışmak iş güç, tarla tapan üzerine değildi elbet gençlik çağlarında, hatta daha sonrasında oynadıkları oyunları zevkle aktarırdı bana
en kıymetli mirasını bırakırcasına özenli, dikkatli ve ayrıntılı hala evimizin bir köşesinde çiviye asılı duran demir halkayı gösterir en sevdiği oyunun çember olduğunu söylerdi mahalledeki çocuklarla bir araya gelirler bir sopa yardımı ile çemberi en uzak noktaya vardırmaya çalışırlarmış hiç düşürmeden bitiş noktasına ulaşan çocuk oyunu kazanırmış dünyanın bütün işini gücünü, derdini tasasını unuturdum bu yarışta.” derdi dedem
halbuki yarışmayı ,rekabeti pek sevmez diye bilirdim kazanmaktan değil de o anki heyecandan çemberini ayakta tutabilme başarısından birliktelikten, dostluktan aldığı haz diye yorumluyorum şimdilerde bu duyguyu
bayramdan bayrama kurulan cığındırık oyunundan bahsedip mahallenin delikanlılarıyla nasıl eğlendiklerini ballandıra ballandıra anlattığında gözümde bir oyun aracı canlandıramamıştım ne zaman ki dedem, bir bayram arifesinde evinin bahçesine bizim için bir cığındırık yaptırdı o zaman kendi gözlerimle görme şansını yakaladım bu harika oyuncağı
çoluk çocuk, torun tombalak nasıl da eğlenmiştik o bayram sabahı hatta mahallenin tüm çocukları da bize katılmıştı onların zamanında da böyle olurmuş aşağı yukarı bir direği dikine yere gömüp üzerine, enlemesine başka bir direk gerilerek sağlamlaştırılırmış bir çeşit tahterevalli işte
bayram münasebetiyle üç etek giyen genç kızlar işlikleriyle arzı endam eden genç oğlanlar meydanda toplanır kurulan cığındırığa binilirmiş direğin her iki ucuna sımsıkı tutunan gençler hızla dönerler dönerken de bir aşağı bir yukarı ayaklarından da güç alarak kah alçalır kah yükselirlermiş
* hayat gibi işte bir inişli bir çıkışlı bir dönüşlü bir düşüşlü bir yerde bir gökte kah kazanırsın kah kaybedersin
her şey vardır bir oyunda her duyguyu yaşama fırsatı verir oyunlar insana önemli olan güzellikleri yaşayabilmek önemli olan mutluluğu tadabilmek
oldu da düştün şaştın yuvarlandın yandın ayağa kalkabilmeyi de öğretir insana sadece kendini değil karşındakini de kollaman gerektiğini anlatır yaralanmayı, yaraları sarmayı hatta yaralamamayı öğretir
ama bizler isterdik ki sürekli o konuşsun geçmiş günlerden renkli bir pencere aralasın hayallerimize tatlı söz dinletir acı söz esnetir evladım der…gülümserdi dedem neyi anlattığınızdan çok nasıl anlattığınız çok daha mühim ben birçok değeri dedem sayesinde öğrendim
nice güzellikleri yeni nesillere aktaran dedelerimizin kıymetini bilelim dilerim ki ulu çınarlarımızın ulu bilgelerimizin gölgesinde yaşamayı öğrenelim
(c) Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve/veya temsilcilerine aittir.
Şiirlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur.
der…gülümserdi dedem şiirine yorum yap
Okuduğunuz şiir ile ilgili düşüncelerinizi diğer okuyucular ile paylaşmak ister misiniz?
der…gülümserdi dedem şiirine yorum yapabilmek için üye olmalısınız.
Uzun olsa da şiir aldı götürdü eski baharların çiçek kokulu dal budak salan günlerine.. Kulak vermek gerek.. Büyüklerin sözlerine. Tebrik eder, esenlikler dilerim.
Kulak kesil biraz, dinle ne demiş
Yaşanmışı etme, tekrar tecrübe
Her giden derler ki, pişman gidermiş
Allah' için kaygı çekenlerden Allah razı olsun.
Çok saygımla Üstadım
Çok saygımla