sana/sadece sana -I-Şiirin hikayesini görmek için tıklayın sen miydin gerçekten?
sen gerçek bir şey miydin bilmiyorum.. ırmağı yatağından uyandıran o su/o sel.. ıslatmadı demek tenini ve dokunmadı derinlerine.. öyle ya/ateşe düşen her damla buhar ve ben ki sevgilim olmayan sevgili; (omuzlarını öptüm şimdi ense köküne ayetler bırakan dokunuşlarla) üşürken soluğum terli avuç içlerimi saklayıp, sonra kavrayıp derinden sol göğüsünün altındaki safiri iyi niyetli besteler gibi gülüm/seyip, gölgeler boyunca uzun uzadıya, hiç görmediğimiz rüyaların tabirini yaparken dudAKların ve akarken mavi.. haylaz hevesler düşerken saçaklarından tüm eksikliğimle önce kapatp ağzımı ama sonrasız sus(a)malı belki... (...) çiceklerle konuşan kadınların halidir bu defterin sayfalarında yaşam sandıkları şeyi köklerinde arayan. bir şiirin derinliğinde tali yol çıkmazında uzak uzak ayrılan insanların içine düşüp, kaybolan sözleri biriktiriyorum ki kimsesizliğe açılan bir kapı bu/ ruhum... el verip gözlerime kapa üstüme bildiğin karanlığı bir ateş böceği bulup/ kalbime ekeceğim. bunu bazı geceler yapar bir de kaybolmuş çocuklar... avucumun içinde aradığım atlas/ dünyasını savurup boşluğuna... çekip gitti kaf şahit buna anka ve zaman... toprak kokuyorum yine beni çağırıyor atalarımın göç ettiği rüzgarlar bir göl kadar deniz ve taşlara kazınmış harfler. elimde iki taş biri akik diğeri mu allak... kanıma bulaşan bir söz oldu yaşamak boşluğuna yaslanıp sırtımın izledim/ dudaklarını anlat diye/ nasıl düşer heceler yerin çekimine. bir bulut çekip üzerime sanırım şimdi gece/ düşlere açılan kapılara sürtüp beklentilerimi düşürdüm ellerimden. kısılmış sesini duydum/ ve tırnaklarını keskin evimdeki ay/ saatinde. terliyordum/ kaygan zeminlerinde pembe istiridyeler topluyordum parmak ucu dokunsallığımla üşüyen yerlerine çarparken soluğum. yürüme bilmeyen bir adamın yılkılarla yurt değiştirmesi kadar dörtnala durdum. mevsimlerin ortasında. bir daha/ bahar olur muyum? saçıma kan yağıyor kar gibi. kırmızıyım. durdum/ bütün bildiğim mabetlerde kulağıma sokulan bir inleme ve hırıltı kırıp içimdeki putu dağın ardına sürdü bedenimi ve ruhumu ki kınalı ellerinde güneşe gök yüzü çağıran mavi dövmeli kadınların ağıdı/ tutuşdurdu sayfalarımı/ bir kutunun içindeyim ışık sızıyor nerde olduğumu ve kim olduğumu hatırlamıyorum... birkere alıştımı gözlerin karanlığa o zaman bakmaya başlıyorsun derinliğine saklanan herşeye bu yola çıktığımda sonbahar giriyordu kapılarımdan içeri camı açıp kayan bir yıldızın peşine düştüm o zaman şimdi/ kış... ayaz adımları ile geçiyor üstümden çıplak bileği çarpıyor omuzlarına üşümüyorum hayır yerli ve alınganın sahi bize ateşte yanmayı öğreten de kim ibrahim? (...) |
Tebrik ederim.