Ha Rüya, Ha AnekdotUzak yakınlaşıyordu. Sırtında da İsa! Dedim, halooo, bre! N’oluyoruz? Bunca asır sonra, Ne işin var aramızda? İşte... O an dillendi İsa: Duydum ki, kara dutum benim; Dünya kaos içindeymiş; İnsan perperişanmış. Sefilmiş, mantığı da aylakmış. Fırsat bulmuşken, Bi uğrayayım; Kendi gözlerimle göreyim, dedim, dedi. O konuşurken, Uzun uzun baktım kıpkızıl saçına, sakalına, Çatlak dudaklarına: - Bu hala mı susuz, dedim - Dedim ki ona: Şaşırdın mı, Sir? Bu biraz da senin eserin değil mi? Madem buraya kadar geldin Harbi ol ve neden mıhlandığını anlat bana... Ellerin, ellerin acıdı mı sahi? Önüne baktı bir kaç saniye... - Ben de çaktırmadan ellerini inceledim. Gördüm ki avuş içleri delik hala... Hayır, büyütülecek mesele değil, dedi Ve devam etti: Öyle çok susadım ki, çarmıha gerdikleri gün; Unuttum ellerimi, ayaklarımı, Güneşin harını... Ama...içimden Nil’ geçti. Hala yaşıyor olmam, sırf bundan, dedi. Ve Ardından, göğe baktı... Birdenbire, Bulutların arasından, Bir uzay gemisi indi. Gümüş renginde ve sessizdi. Ansızın alevlendi göbeği Ve yağmur, nükleer gibi yağdı başımızdan aşağı. Muson yağmuruydu bu... Ben sırılsıklam ıslanırken İşa’nın çıplak ve kaslı vücudu kupkuruydu. Tabii haksızlık sayılırdı bu... Düşün bi, düşün! Ben ve İsa Yağmurun bağrında... Yağmur dağ taş demeden sürükledi bizi Ama sadece dört nefeste sürükledi. Ve "dost dost" diye seslendi bize. Böylece kara deliğin çatısına ulaştık. O çatı, beyaz bir balinanın sırtıydı. Oturdu İsa üstüne Beni de kuş tüyü gibi, omzunda yükseltti Kıta kıta dolaştık böylece Hiçbir insan silüeti de görmedik Sadece binbir türlü kuş uçuyordu havada. Ah o senfonileri, hiç duymamıştım önceleri Ve ağaçlar Ve ırmaklar... Rengarenk ve kendi dansındaydı ... İşte, cennet bu, dedi İsa. Tuttu iki elimi usulca... Şimdi soruyorum sana, kara dut: Kalır mısın benimle, dedi. Ürperdim, çok ürperdim. Dilim, dilim tutuldu. Ve kalbim... çırpınıp durdu. Konuşamadım. Bir türlü konuşamadım, Ellerim ellerinde... Tüh! Keşke uyanmasaydım... H. Korkmaz, 26/2-24 Sthlm |