Yokluk Yurdu'ndan Varlık Sahası'na DoğruŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Bu varoluşumuzun hikayesi olup, Hüzün Gemisi’nden Son Geçidi’ne Doğru şiirinin devamı niteliğinde olup onun öncesi anlatılmaktadır.
Bölüm 1
Şuurun Oluşması Varlığımızın kaynağını bildiğimizden bu yana Yokluk Yurdu’nda, Soğuk kış günlerinin ardından ılık bir bahar güneşinin toprağın üzerindeki karı eritmesiyle açığa çıkan doygun çamuru aşıp filizlenen bir tohum gibiydik. Cismimizin, Tabiatımızın, Mizacımızın gereği Renkten renge girip, Huydan huya bürünüp, Bir sebebe bağlanarak Hayat bulmuş, yaşama tutunmuştuk. Sebeplerimizle özel, farklılıklarımızla güzel kılınmıştık. Her birimizi bir bilinç bahşedilince Uzanıp tuttuğumuz her bir şeyden tat almaya başlamıştık. Tattıklarımız hoşumuza gittikçe Nefsimizin varlığının da şuurunu vardık. Bu şuurla bilmediğimizi tanıyıp anlamaya öğrendik; Öğrendikçe daha fazlasını merak ettik; Merakımız bizi cezbedince Ona ulaşmak, Ona almak için yöntemler geliştirip harekete geçtiğimizde karar verebildiğimizi gördük. Karar verebildiğimize göre kendimize ait bir irademiz de olmalıydı. İrade, İrade edebiliyor olmak, Dilemek, Dilediğimizi kısmen de olsa yapabiliyor olmak... Korkmalı mıydık, Sevinmeli miydik bu durumu; Düşündükçe sanki bir uçurumun ucundan aşağıya bakıyorduk; Yüreğimiz ağzımıza geldi. Sarsıldık. Boşluk hissini kapılınca ayağımız yerden kesildi diyeceğim Hiç olmadığı kadar yere sağlam basıyorduk oysa. Yaptıklarımızdan da mesul olduğumuzun farkına vardık böylece. Bölüm 2 Ayrılık Her şeyin zıttı ile uyum ve denge içinde olduğunu görebilmek Ancak nefsimizi tanıdıktan sonra nasip olabildi. Yasak ile izin, Doğru ile yanlış, Sevgi ile nefret, Hak ile batıl, İlim ile cehalet, Şükür ile inkâr, Adalet ile zulüm… Mesuliyet de burada başlıyordu. Hangisini tercih edersek edelim elbet bir sorumluluğu vardı. Sorumluluğun da bir ağırlığı varken onu kaldırıp kaldıramayacağımız ise muammaydı... Bir tellal, uyuyanlarımızı uykusundan uyandıran, Duyanları pusturan bir sesle nida eyledi. "Ey var edilenler! O, Varlığın Kaynağı hitap edecek; Varlık Sahasında toplanın! Haydi Varlık Sahasına! Varlık Sahasında toplanın!" Varlık Sahası, bizim gibi var olanların toplandığı büyük, çok büyük bir alandı. Ayaklarımız ve kalbimiz bizleri saf, saf bir araya getiriyordu. Diz çöküyor, Boyun eğiyor, Gözlerimiz, gözlerimiz onun nuruyla akıyordu sanki. Varlığımızın kaynağı bize sordu: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" Dillerimizden aşkla hep bir ağızdan tek bir cümle çıkıverdi. "Evet, evet sen bizim Rabbimizsin" Sözler verildi; ahit, unutsak bile biz inkâr etmeyelim diye Nur ile kalplerimizi nakşedilirken bize birer görev verildi. Bu görevi ifa edeceğimiz yere, yeryüzüne yolculuk yapacaktık. Bir ayrılıktı bu; Öz yurdumuzdan uzak düşeceğimiz, Baba diyeceğimiz kişinin sulbundan Anne diyeceğimiz kişinin rahmine düşerek başlayacak yolculuğumuz Yedi kat içeride, Karanlık üç evrede gerçekleşti. Adını Dünya dedikleri yeri soludukça Bu alemi sevmedik, sevemedik işte. Biz hıçkıra hıçkıra ağlıyorken Annemiz ve babamız seviniyor, Gülüyor, Kurbanlar kesiyordu. İşte o gün anladık Bir derde sancılandığımızı, Bir müddet sonra derdimizle göz göze geleceğimizi... |
Ben kendi adıma gelenlere de üzülüyorum Anne Baba seviniyor
Gelense ağlıyor neden ağladığını da kimse bilmiyor çocuktur ağlar
Derler ilerisini kimse ne düşünür nede akıl ederler belirtiğiniz gibi
Hüzün gemisi insanlar ise mutlu olmak hep rahat bir yaşa peşindeler
Aslın da bu imkansız insan gerçeği fark edince anlıyor ve çilenin dolması
İçin bekler hale geliyor değerli bilgiler hocam emeğinize sağlık tebrik ederim
Saygılarımla selamlarımı sunarım