GÜZEy gözlerinin mâhşer-i ikliminde, kavrulan gönüllerin küllerini savuran güz! Kaç kalemin soluğunda, nâr-ı od’lar tutuşacak alaz alaz! Kaç gece, kâleme aşık kelâmların idamına seyirci kalacak! Şiirlerin güneş kokan bakışlarına, zemheri kışın sâye’si mi dokunmuş! Sevdası yanık buğdaylara ilham olmuş, türküler sır olmuş! Ah sen! sarı saçlarından tel tel hüzün damlayan hazan! Ellerin üstün başın firkât’ın lalezâr’larında eylül kokmuş! Dilhûn mu eyledin Leylâ’sını, çölün ateşiyle sözlenmiş Mecnûn’un! Neçe mevsimlerin gönlü kırılır sana neçe sevgililer âh eder adına! Uslanmaz arsız gönlün, kıskanır mısın, Zühre’sinin yazgısına yüz süren Tahir’i! Şirin’inin bir bakışına divâne olan Kerem’i! Söyle bana ey Hazan-ı cellâdın hırçın sarı gelini! Sen hiç sevmedin mi, ateş-i pervanelere kanat çırpmadın mı! Yağmurlarında ıslanan toprağın nefesine dokunmadın mı! Aşk ile yana yana bedmest olmadın mı! Kalbin kurumuş senin ah be güz! Göğsünü mezar ettiğin hangi yârinin ızdırabında kırk mum yakarsın! Hangi terkedişin yasına beddualar okursun! Yüreğinin ceset kokusunda, kaç iklimin daha selâsını solursun! Vedaları içine sığdıramadın mı ki, böylesi sararıp solmuş bir ruhsun...! |