SEN GELDİNSen Geldin Âlem’e Gökyüzünden Bir nur saçıldı. Yıkıldı Kisrâ’nın Sarayından ondört burç Kâbe içine kurşunla Perçinlenmiş putlar devrildi Teşrifinle mahzunlar sevindi Sebebi varımsın Ya Resulallah. Sen Geldin Dünya’ya Aydınlandı Katran karası Geceler nurunla Söndü Mecusilerin Yanan bin yıllık ateşi Kurudu hemen Sâve gölü Geldin ya nurun kapladı çölü Gönlümün harısın Ya Resulallah. Sen Geldin Cihan’a Gelişinle Huzur iklimi Sardı dört bir yanı Dolup taştı vadiler Sular altında Semâve Salkım salkım düştü yıldızlar Geldin bahtiyar oldu yalnızlar Kollarım sarılsın Ya Resulallah. Sonra Umutsuzlar Umut ile bekleyenler… Baharındayken kâinat Rahmetinle sulanırken çöl Çok erken geldi hazan. Önce yetim, Sonra öksüz. Seni mahzun görünce Bahçeler, bağlar Kaldı gülsüz. Gül kokusunu senden aldı Sonra, çöle sindi kokun. Büyüdün! Farklıydın gülzarda açan cümle güllerden Yürüdün! Üstünde gezen bulut sanki beyaz tüllerden Yeniden nurlandı Âlem Bir kez daha muştuladı geldiğini Daha on iki yaşındaydın Şam’a giden Ebu Talip’ in kervanına katıldığında Gökyüzünde bir bulut fark etti Yolunu bekleyenlerin müjdecisi Bahira Sen Busrâ şehrine vardığında Onun davetine icabet ettiğinde Cümle bezirgânlar Ve girdiklerinde içeri Sen, dışarıda kalmıştın ve kervan sana emanetti Başında bekleyen bulut hiç ayrılmadı yerinden Solmasın diye çöldeki Amine’nin gülü, sana gölge etti. Vakıf olunca işin sırrına Rahip Bahira Ebu Talip aracılığı ile çağırdı Seni hemen yanına Yürüdün! Seninle birlikte yürüdü gökteki bulut Yeşerdi Bahira’nın içindeki Bunca zaman büyüttüğü umut O an anladı bulutun seni koruduğunu Döndü Ebu Talip’e Sonra, söyledi senin “çok kıymetli biri” olduğunu… Kıymetliydin! Sen gelmeden Senin hatırana yaratıldı eflak Gelmeseydin onsekizbin âlem Yaratılmazdı mutlak. Sen geldin Gül kokusunu Saçtın bütün âleme Adın yazılınca dilime Açıldı karanlığın penceresi Seninle yükseldi insanın derecesi Yükseldin! Nurunla aydınlardı Hira Nübüvvetinle geldi İlk emir; İkrâ! “Oku”! Seni yaradan Rabbinin adıyla! O, seni kan pıhtısından yarattı. Oku! Kerim olan Rabbin sana bilmediğini kalem ile öğretti. Hira ’da inen ilk nurdu; İlk rahmetti bu… Dünya cehaletin doruğundayken, Zulmet ve karanlık zirvedeyken, Hira’dan inen bu nur dalga dalga yayıldı Yanık Mekke çöllerine Ilık bir meltem oldu; Kinle, buğuzla taşlaşmış ve insanlıktan uzaklaşmış yüreklere… Ardı arkası kesilmedi Hazan rüzgarının Önce gözbebeğin Kasım Sonra Abdullah Ve Ebu Talip Ve can yoldaşın Hatice Bunca acıya nasıl dayandın? Ya Resul Üst üste gelmişken bunca hadise Tesellin oldu kölen Zeyd bin Harise Nübüvvetinle birlikte imtihanın da başladı Daha yolun başındayken Ya Resulallah Seni, önce yakınların taşladı. O Asr-ı Saadet ki ne mübarek bir asır, Sana inanmayanlar keşke bunu bilseydi. Taif de atılan taş, sana değil Ya Resul Ne olurdu gelip de keşke bana değseydi. Zalimin elinden çıkan masum taşlar Kölen Zeyd’ in gözlerinden boşanan yaşlar Senin mübarek ayağından akan kanlar Yine de döndürmedi seni yolundan Sabrın ile yine de duasız bırakmadın Açtın ellerini “Allah’ım, Güçsüzlüğümü, Zaafımı ve insanlar nazarında hâkir görülmemi Sana şikâyet ediyorum. Ya Erhamerrahimîn! Sen hor ve hakir görülen biçarelerin Rabbisin. Benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun. Kötü sözlü, kötü yüzlü kimselere mi? Yoksa işime müdahil düşmana mı? Eğer bana karşı gazabın yoksa Sen benden razıysan, Çektiğim bela ve mihnetlere hiç aldırmam. Üzerime çöken bu musibet ve eziyet Şayet Senin gazabından ileri gelmiyorsa, Buna gönülden tahammül ederim. Ancak afiyetin arzu edilecek şekilde daha ferah ve daha geniştir. İlahi gazabına giriftar yahut hoşnutsuzluğuna düçâr olmaktan, Senin o zulmetleri parıl parıl parlatan Dünya ve Ahiret işlerinin Medar-ı salâhı Nûr-u Vechine sığınırım. Sen razı olasıya kadar affını muntazırım! İlahî, bütün havl ve kuvvet sadece Sen’dedir.” Diye dua ettin. Sonra, hüznünü görünce Cebrâil (a.s.) seslendi: "Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin." Dağlar meleği emrine âmade “ Sen istediğin takdirde Ebû Kubeys ile Kuaykıan dağlarını Müşriklerin üzerine kapanırcasına Birbirine kavuşturayım” dediğinde Sen, Dağlar meleğine: "Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ’nın bu müşriklerin sülbünden, Allah’a hiç bir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet edecek Bir nesil ortaya çıkarmasıdır. “Dedin. Mahzundun Üzgündün Nurun aydınlatırken karanlıkları Art arda gelen acılarla hüzünlüydün. Sevenlerin “Hüzün yılı” koydular adını Müşrikler bozarken ağızının tadını Ve bir gece Mescid-i Haram’dan, başladı Mescid-i Aksa’ya nurlu yolculuk Cennet bineği Burak’ın sırtında Yedi kat semayı gezdin. Evvelini yaşarken kâinat Sen, ahirindeydin Cenneti, Cehennemi İbretle seyrindeydin… Döndüğünde bu kutlu yolculuktan Anlattığında başından geçenleri Yine inanmadılar Yine kendi bildiklerinin Birinden geri kalmadılar. Sonra Daha sonra Kalbi taştan katı Zalimler Seni hiç anlamadılar. Asr-ı Saadetinde isterdim yaşamayı Bir kere olsun yeter mah cemalin görseydim Hasretinle kavrulmuş gönüllere, çöllere Kölen olup da keşke bir damla su verseydim. Sen geldin Suya kandı gönüller Sen geldin Suya kandı çöller Sen geldin Çözüldü lâl diller Sen konuştun Sustu bülbüller Sen konuştun Açtı güller Diken döktü yollarına Kadrini bilmeyenler Daha da ileri gidip Sen secdedeyken Ya Resul Deve işkembesi döktüler üzerine Haber verince gözbebeğine Ağlayarak geldi Üzerini sildi. Bu nasıl bir kindi? Varlığın Ebu Cehilleri rahatsız ediyordu Oyunları bozuldukça zorlarına gidiyordu Ebu Cehiller, Muhammet, gitmeli diyordu. Gittin! Aldığın emirle Yoldaşın Ebu Bekir’le Çıktın, kapıda bekleyen Ağzı salyalı azgınların arasından Gelenlerin seni katletmek için Kılıçları çıkmışken kınından Görmediler Göremediler İzin vermedi Yaratan “ Önlerinden bir set, arkalarından bir set çekmişiz, Kendilerini kuşatmışız, baksalar da göremezler.” (Yasin 9.Ayet) Sana ait mübarek yorganının altına Bırakırken amcaoğlu Ali’ni Müşriklerin seni katletmeye geldiklerinde Senin yerine O’nu görünce, görmeliydin halini Kudurdular Durdular Ödül koydular Sükût içinde bekler kâinat mihmanını Hâtem-ül Enbiyâ’yı müjdelerken Varaka Konan ödül uğruna almak için canını Kumlarda ölümüne at sürmüştü Sürâka. Kutlu yolcularını Misafir ederken Sevr Mağarası Geçmedi zalimlerin bir türlü Kin ile dolu karın ağrısı Örümceğin ağı Güvercin’in yuvası Allah’ın izniyle Söner mi hiç? İslam’ ın davası Sen geldin Mutluydu Sen giderken Öksüz kaldı Mekke Sen geldin Mutlu Yolunu beklerken Medine “Geliyorlar… Geliyorlar.” Dedi. Hasretinle kavrulan çölün Hasretle yolunu bekleyenleri Ve hep bir ağızdan terennüm ettiler “Ay doğdu üzerimize Veda tepelerinden Şükür gerekti bizlere Allah’a davetinden Ey bizden seçilen elçi Yüce bir davetle geldin Sen bu şehre şeref verdin Ey Sevgili hoş geldin. Sen güneşsin sen aysın Sen nur üstüne nursun Sen Süreyya ışığısın Ey Sevgili Ey Resul. Geldin! Gelişinle bir kez daha açtı güller Kusva’nın yularına uzandı sana hasret eller Mihman hanelerine mihman etmek için yarıştılar Seni hicrete zorlayanlara inat Onlar sana hasretle kucak açtılar. Hiç birini kırmadın Ve hiç birini gücendirmedin Sana mihmandar olmak isteyenler Razı olunca Kusva’nın tercihine Sen, bineğin durmadan aşağıya inmedin. İndin! Hira’dan iner gibi İndin! Miraç’tan döner gibi İndin! Kokun güllere siner gibi Dokunduğun el, gül koktu Yıkamadılar ellerini kokun gider diye Ve bütün şehre sindi kokun İki güzel isim kondu Mihmanın adı Muhacir Mihmandarın adı Ensar Gül kokulu Medine Gül kokulu şehir Ashabına kardeş oldu Ve sarıldı kardeşine Geldin! Uzandı kardeşinin eli Geldin! Kubâ Mescidinde İlk ezanı okurken Çözüldü Bilal’ in dili Hüzünlüydün! Öksüz kaldığı için Mekke Yetim kaldığı için Kâbe Bahçendi etrafındaki Sahabe Sen, O bahçenin nadide gülüydün. Mevlit Kandiliniz Kutlu Olsun |