DİLRUBAŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Dilruba ağır yüklerle sona gelmişti. Bir bent gibi ya taşacak ya infilak edecekti tam bu anda meddaha denk gelmişti. meddah, kaşık kaşık onu boşaltmaya başlamıştı. Meddaha göre o masal gibiydi, rüya gibiydi. hem onu bitirmekten korkuyordu, hem de ondan kaşıktan fazlasını umuyordu. Dilruba da ketumdu hani o da kaşıktan fazlasını vermiyordu. fakat bu aşk git gide büyüyordu. meddah her gün daha fazlasını istiyor, Dilruba her gün daha fazla boşaltıyordu içini... artık bir gün sırılsıklam yıkadı meddahı... sırlarla dolu bir küpe çevirdi onu... meddah artık onsuz bir hayat düşünemez olmuştu. hatta büsbütün oydu. Hergün Dilrubadan sulanıyordu ama ne Dilruba tükeniyordu ne de Meddah yıkanıyordu.
Hey be şahım, yoksa bilmez misin sen?
Masallar, öyle haybeye anlatılmaz birden. Köşe başında duran, dilbaz bir meddahtır. Ba esrardır amma çözülmez ahrazdır. Çözüver kuşağı, ne düşecek bakalım? Şıngırtı yoksa eğer, tefi biz bırakalım. Cumbalardan sarkan sarmaşıklar. Sağlı sollu evler, ve dar sokaklar. Burası ya İstanbul ya bağdat. Bir devre düştük, devirden azat. Kapkaranlık şehirde, kol gezer korku. Asayiş ber zeval, ne sual ne sorgu. Batar güneş her gün, neden doğmaz? Bulutlar buluşur da yağmur hiç yağmaz. Herkesin dilinde, o Dilruba ki gelecek. Hüzün, keder, zulüm; bir bir bitecek. Ben onu tanıyorum, rüyamda gördüm. Ona esir olunca özgür, ona vurulunca hürdüm. Hey be şahım, yoksa bilmez misin sen? Rüyalar, öyle haybeye anlatılmaz birden. Kum tepelerinden inen, asil kısraktır. Salınan süvari, adeta peçeli bir mehtaptır. Kapkara çarşaflar, örtemez şulesini. Gözler idrak edemez, ışıyan haresini. Endamına ittila, söyle ne mümkün? Rab ona demiş sanki, Kün-feyekün! Yürüyor beklenen, o sade cemal. Lal ne bilsin bu cemale meal? Sürüklenen etekleri, çiçekler bitiriyor. Deydiği her taştan, çeşmeler dökülüyor. Ve şehrin kapısında, arzı endam edince. Karanlıklar kaçışıyor, birden onu görünce. Sarmaşıklar yere varıyor, ta ayaklarına kadar. Yumuşuyor yastık gibi, ezdiği taşlar. Ben onu tanıyorum, adı mektum. İfşa oldukça sır, sığlaştıkça derun. Hey be şahım, yoksa bilmez misin sen? Sırlar, öyle haybeye anlatılmaz birden. Önce bir örtünecek, çarşaf çarşaf gece. Sonra dökülecek Dilrubadan, simsiyah peçe. Yedi kalenin arasında, yedi kapının arkasında. Saklayan babasıydı, yedi denizin ortasında. Kapılara tek tek; Efsunlu kilitler vuruldu. İblis dahi muskaları bozmaktan yoruldu. Ne o dünyadan oldu, ne dünya ondan. On dört güz geçirdi, serpildi gül fidan. Cemre düşmeden, birkaç gün önce. Karanlık bulutlu, uğultulu bir gece. Vampirler bastı kuleyi, kırıldı kapılar. Her delikten sızdı, bir bir şeytanlar. Kış bastırdı yeniden, dağlar kara doydu. Makus kaderine kesilen, ilk bilet buydu. Ben onu dinledim, bir gece uzun uzun. Ya duymayın geçin, ya dinleyin de susun. Hey be şahım, yoksa bilmez misin sen? Susanlar, öyle haybeye konuşmazlar birden. Bu burçları yerde şehir; şehrimdir. Yıkıktır, virandır belki ama benimdir. O ki Dilruba ile mamur, dilruba ile mesrur. Kapısından geçmek için, ondan alınır destur. Terennümü ona her nağme, okunan. Kafiyesi odur, her şiir ki yazılan. İmranın kızının meşrebinden olsa gerek. Cennete kadar kimse ona el sürmeyecek. Sen şimdi o keseyi, hiç çıkarma kuşağından. Altına anlatsaydım, Karun alamazdı ağzımdan. Bu destan baki kalacak, kimlerde silse. Mecnundan sonra sevmedi, böylesine kimse. Bir gün gidince biliyorum, yıkılırım yeniden. Viran olur burç burç, kaybolurum derinden. Ben onu tanıyorum, onu anlatıyorum. O beni bırakırda, ben onu bırakamıyorum. 20TEM23 |
*** DİLRUBA *** şiirini, beğeniyle okudum. Nice güzel şiirlere diyor, Şair Arkadaşımı, içtenlikle KUTLUYORUM...