Severdin...
Severdin...
Severdin biliyorum; Aklına gelişimi, Aniden bir dersin orta yerinde, Cuma günleri okunan son marşın son nefesinde Bir ayağımız sokakta hallerimizle koşarken evlere, Boynumuza asılan yarısı kararmış ucuz marka silgilerin En temiz köşesinde… Severdin biliyorum; Parmaklarımla yürüdüğümün hayalini, Güneş yanığı önlüğün cebine koyduğum Herkesten saklanan kokulu mendilin kenar işlemelerinde… Severdin, Bütün renkli kalemlerin emrine amade duruşlarını, Ki sevmenin her tonunda oklar geçerdi kalplerin içinden. Belli belirsiz zamanlara savrulacağımızdan habersiz Kıpkırmızı yanaklarımıza yazılıydı adımızın ilk harfi, Ve silip atmıştık Gülüşlerimizdeki bütün sert sessizleri (Ama en yakın gelecekte gelecekti Geleceğimizin vah’lı geçmiş çekim ekleri) Ve herkes özleyecekti bir diğerini, En acı satırların başı, en çocuk cümleyle başlayacaktı, Hatıra defterlerini kurcalarken müflis esnaf ruheti haliyle; (Bana kalbin kadar temiz bu sayfayı…) Evet beyazdı o sayfalar, Üzerinde melankolik satırlar dolaşmamıştı henüz, Alkol nefesleri dokunmamıştı masumiyetine, Çeyiz sandıklarında taşındılar belki, Bir başka hayatın bir başka hayat zulasına. (Zaman zaman çıkarılıp ağlanacaktı kimbilir, Yüzyıl kadar sonra bir dem sofrası sabahında) Severdin biliyorum; İçimi acıtmayı, yakan topla bile, Ama seni şikayet etmenin en güzel yanı Adının geçmesiydi salya sümük ağlamaların içinde. Hiç susmayan çocuklar yazılmış Biz’li satırların Siz’li samimiyetsizliğine, Özene bezene seçilmiş bakışlar gelip yerleşmiş Yarısı fi tarihinde bitmiş ömrümüze… Bilmek, Anlamak, Korkmak, Yeşil imameli sabır tesbihi, Büsbütün yeşil nane likörü, Keskin bir şiir kokusu havada, Biliyorum yakınımdan bir yerden geçiyor, İntihara meyilli Saçma sapan bir şair cesedi… Etekleri zil çalan çirkin kadınlar koşuyor peşinden, Uğultuya kurban edilecek duvar yazılarının. Yüzlerini yırtarak ağıtlar yakıyorlar, Tanımadıkları bitmiş hayatların ardından, İmlasız, Çirkin, Korkunç, Ve yine inadına çirkin, Yarasa nefesleri sarıyor gecenin en uzak yerini, Limandan ayrılıyor dolgun ücretli cenaze ağlayıcıları, Birden gülüyor kadın, Hıçkıra hıçkıra gülüyor, Herkesten daha yabancı Herkesten daha akraba havadaki meze artığı kafiyelere… Gülüyor kadın, Ya da bana öyle geliyor, Ölüyor belki de… Elimden düşüyor birden “kalbin kadar temiz…” Kapanıyor kitap ve anlıyorum ki, Devrilmeye başlayan masa değil, cümleler… Severdin biliyorum; Kahırlı gecelerimdeki Nevi şahsıma münhasır şizofreniyi, Saati saatini tutmayan köstekli zembereklerin Benden gelen seslerini, Ama bilirdin; En yakışan adındı her zaman, boğazıma kilitlenen, Severdin biliyorum, ya da sanıyordum, Ya da o en akraba kadın gibi, Gülüyordun hıçkıra hıçkıra. Kayboldu denizin doğurduğu yakamoz, Yürüdü şairin izinden Kaçar gibi kendi denizinden, Sustu, Baktı, Büyüdü gözbebekleri bayat mezelerin, Korktu, Onlar ki tek sahibi bu izbelerin, Her biri tek tek en büyük dekorudur yapayalnız sevmelerin… Çocuklar geçiyor gecenin öteki yüzüne, Trenler dolusu çocuklar, Okuldan kaçanlarla ispiyoncuları kolkola, Her biri bir diğerinin adını yazmış bir diğerinin defterine, Ve o diğerlerinin hiç haberi olmayacağını diğerlerinden Bile ya da bilmeye, En güzel kızı sınıfın, Kendine düşmüş mesela, Vagonlar demir atınca öğrendi, düşün… Yelkenleri indirmese makinist, Saçma sapan şair ölüsünün bile haberi olmayacak nerdeyse… Severdin biliyorum; Kaçmayı her şeyden, Bir kokulu silgiye kurban ederdim ya büsbütün herşeyi, Ömürler dolusu pişmanlık dolmasındı şimdi durup dururken, Sefertasından bozma beslenme çantasının içine. Bağırdı şair ölüsü ustasının sesiyle aniden, (Nice sözleri kulaklarımda büyük ustanın) “Garson, Masa iyi Manzarayı değiştir sadece” Limanda, Bu vakitte, Masa iyi, Manzarayı değiştir sadece… |