HABERŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Maşuk bazen aşığın gözünde Leyla olur bazen aslı olur bazen şirin olur. Belki bazen Züleyha da olur fakat bu seferlik Belkıs oldu ama aşık Süleyman değildi.
Bana atları anlatın.
Ben seyis değilim. Rüzgarı anlatın. Rüzgarı ve kamçıyı... O sesi anlatın, Kişnemeleri... Ve çölleri anlatın. Saçılan kum tanecikleri... Benim içimdekini bana anlatın. Kim bu haberci serabı deliyor. Uçsuz ufuk çizgisinden, Bir atlı beliriyor. Peçeleri uçuşuyor. Tüylü göğsünede bakın. Mavi gözleri nede derin! Kanatlanıp uçacak gibi. Adeta bir kartal bir şahin. O geliyor, sebeli geliyor, sebeden geliyor. Terkisinde sandık var. Melikenin boynundaki kolye, Bileğinde ki altınlar. Ne hazineler, ne mücevherat var. Şu at bir akrep görüp şahlansa; Şu sandık terkiden yuvarlanmaz mı? İnci kolye kopup dağılmaz mı? Bir bir altınlar sapsarı kumlara dağılmaz mı? Nereden bulacak yiğit oğlan hediyeleri? Ah oğlan, vah oğlan, ağla oğlan. "bana eli boş mu geldin?!" der süleyman. Artık melikesine nasıl döner bey oğlan? Vurur kendini çöle içimde ki o oğlan. Ne sermaye ne mal... Kalbinde bitmişlik, kalbinde yitmişlik. Vah oğlan vah oğlan! Sırça köşkler belirdi. Elçi şehre girdi Dili boğazından inip inip geldi. At dahi şaşkın nefesleri kesildi. Terkisne o an bir el etti. Bu sandığı sunmaktan ar etti. Vardı durdu kapıda. Süleyman kabul etti huzura. Bir tebessüm ve bir yüce gönül. Sandığı hibe ediverdi oğlana Şehrin sokaklarına çıktım. Takırdasın kudüste takunyalarım. İlerde dostlar temaşa ediyor. Hele kulak ver şu iri kavuklu ne diyor? "vallahi teni ipek, saçı atlas. Yanakları al gözleri bal. İnce belli selvi boylu. Yürümüyor adeta uçuyor. İpeklere bürünüp bahçelerde geziyor. Bahçeler, bahçeler; sağdan bahçeler soldan bahçeler. Uzayıp uzayıp gidiyor. Sebe ne güzel şehir! Tam ortasından bir ırmak geçiyor. Aheste aheste akıp gidiyor. O güzel, o billur çeşmelerden içiyor." Hikaye uzuyor gidiyor. Ateş de közlerine bıraktı yerini. Herkes bir dikkat, pür dikkat. Çıt çıksa bu heykeller yerinden hoplayacak. Gece karanlığı örtünce üstümüze Herkes bir bir rüyalara dalacak. Atlı serabın sularını sıçratacak. Kolları tüyleri kamçılayacak. Geliyor yeleleri güneşte parlayan kır at. Geliyor belkıstan gül kokulu mektuplar. Ah ne edeyim şimdi ben! Nasıl sırça köşkler dikeyim? Kendi tahtını kendine süsleyeyim... Önüne al al atlas halılar sereyim... Ayaklarına inciler saçayım. Nedimeler oynatayım. Yeleleri yere değen atından iner mi? Yüzünde ki peçeyi çözer mi? Zeytinlikten geçip sırça köşke varır mı? Bağlardan koparır mı bir kırmızı salkım? Etekleri yerleri okşuyor kaldırmaz mı? Bilekleri sırçalara yansımaz mı? Narin ellerinden tutup tahtına çıkarmak vardı. Gözlerinin içine bakıp şiirler okumak, Kasideler, mısralar dizelemek vardı. Ben Süleyman değilim. Kalem mürekkep ve Ceylan derisi benim sermayem. Belkıs benim önümden geçip gider. Bir an bile kaymaz gözleri. Asildir altındaki kısrak gibi. Başı dik göğsü diri. Toynakları taşlarda yankılanır ki... Binbir senfoni. -selvi endamlı selvi- Ben Süleyman değilim ki... Rüzgar ne yandan esse o yana giderim. Çölde ki kum tanecikleri gibi. 01.04.2021 |
anlam ve anlatımı ile çok nefis bir paylaşımdı dost kutlar esenlikler dilerim...