Madenci
Sabah sabah… Kim bilir… Belki de son kez
Çocukların gözünden kaçırıp En kuytu yerinde evin -gizlice- sarılıp öptü kadını Akışı duran bir zaman gibi kadının gözlerine takılıp kaldı bir an “seni seviyorum” mu “seni özlüyorum” mu ne? Bir şey diyecek gibi oldu olmasına da çocuklar izin vermedi Çocuklarda bir koşturmaca… Bir heyecan… Bir telaş… Bir şamata Susup kaldı… Kadının gözü önünde -aşikâr- sarılıp öptü çocuklarını Uzandı… Açtı sokak kapısını germe ger sonuna kadar Gökyüzüyle göz göze geldi -her sabah olduğu gibi- Gökyüzünü bir nefeste içine çeker gibi Kadını ve çocukları bir kez daha… Bir kez daha öper gibi Derin bir nefes aldı Sarımıydı? Kömür karası bir siyah mıydı ne? Başında bir madenci kaskı Uzandı… Öptü gökyüzünü… Mavisini en koyusundan Güneşi en sıcağından… Korkusu göçük… Başına yıkılacak koskoca bir dünya… Korkusu ölüm… Soma’da… Yerde… Suratında bir tekme izi -devletten kalma- Düşlerinde kömür karası bir sevinç - yaralı ve mahzun- Yürüdü… Yola revan oldu… Yorgundu… Ayakları hiç mi hiç çekmiyordu oysa Şu an bıraksalar; kadın ve çocuklarla koyun koyuna yatıp -yüz yıl uyuyan prenses gibi- hiç uyanmadan yüz yıl uyurdu Uyurdu uyumasına da -Neyse ki, masallara karnı toktu- Kaskını, fenerini… Arkadaşlarını yokladı Kadını… Çocukları… Gökyüzünü Ve maviyi… Bulutları… Yağmurları Ve gün ışığını bırakarak yeryüzünde Karanlığı yoldaş eyleyip gözlerinin ışığına Girdi dünyanın altına… Kadını hatırladı… Sabah ki utangaç gülüşünü Çocuklardan gizli gizli bir kuytuda tutkuyla öpüşünü Dudaklarına dehşet bir gülümseme yayıldı -engel olamadığı- Çocukları hatırladı… Öpüşünün kesintiye uğramasını Sabah sofrasının sersefil yoksulluğunu ve utangaçlığını sonra… Eylül 2022 |