Salâh ve Suhansera
“evet yazılmıştır, evet görülmüş
dönerek dallarında söğütlerin mahfil mahfil karanlığına ant içerek gecenin, varılmıştır” (Ölmüş Serçeler Destanlaması, Bab-ı Hazan) aynı karanlıkta doğacaklar ülkelenmiş elleriyle kimliklerinde kavruk mevsimlerden damgalar kaç başlı ejderhadır bu, kaç anahtarlı kapı aslına dönmeyecek su ve çocuk işte hikâyesini anlatarak geliyorum bozkırlardan sahteleşmiş şehirlerden, yıkık saraylardan omuzlarında diyecekler salâha akan nehirler aksın; arabalar, insanlar, çocuklar dahi önümüzden bilmediklerimizle büyüterek irkinti kuşlarını bitecek bu bahar, bu pervane seherler yıkılmıyor muyuz yüzüstü kaldırımlarına semtlerin, kalabalık parkların aradıkça uzaklaşan hayallere kapılıyor soğuk serseriliği makinelerin, rulmanların ve bilyelerin seyreltildi kırk ikindi değirmenleri mahcup aşklara nokta, dillendirildi vebal müjdelenmiş denizlere koşmak gibi ayrılmak mağaradan tekrarlayacak tebessüm, tekrarlayacak isimleri unutmak arzusuyla işte şarkısını mırıldanarak ateşlenmiş cesetlerin yeminlenmiş hilelerin, silinmiş nurların… |