İnce Bir SızıNe serden geçti yıllar, ne boy verdi taneler Hükmü yok! Hükümsüzdür; İş görmez bahaneler Kaşla göz arasında uçup gider seneler Bilenmez bilinse de bilmem ne gelir elden Sırtlanmak mümkün müydü; çıkanı muhtemelden? Hülyalı temenniler hep kendini kandırır Kıyıya vuran deniz, kıyıyı aşındırır Öğütüp günden güne, gerçeği kuşandırır İki alem arası her şey, bir şeye sebep Neleri alıp gider; gelen, giderken acep? Herkes geldiği gibi, bir gün varıp gidecek Sürgün verip toprağı, türlü otlar bitecek Gitmeden şu dünyada, ektiğini biçecek Bize yaren olur mu; diktiğimiz urbalar? Dibi delikse suyu, tutar mıydı; kırbalar? Destan yazsam sığmazdı, sığar mı hiç satıra İnce bir sızı kaldı yüreğime hatıra Çeksem işe yarar mı; geçmiş güne mıhtıra? Tersine akmaz sular, otursaydım başına Dert ile akan yaşım karışsaydı yaşına Derin bir hüzün çöküp, yüreğimi deldi de Karıştı iİbreleri hesap şaştı ölçüde Kırılan dallarımın ahı tuttu belkide Dökülen her gözyaşı, ok sapladı sineye Mecaline gem vurdu, kilit vurup çeneye Yad ederken rahmetle, kendi kendimi ansam Geçip giden yılların kanadına tutunsam Uzanıp geçmişimin yüreğine dokunsam İncindiği yerinden, öpse; inciten yanım Azalır mıydı acep heybemdeki ziyanım? O sorsa , ben anlatsam, anlatırken ağlasam Gözümden düşen yaşı umuduna bağlasam... Ey yüceler yücesi! Ahvalim sana ayan! Senden başka olmaz ki yakarışımı duyan Olsa da olur muydu; derdime çare bulan? Temenniler kapatmaz kalpte açan yarayı Ya ilahi! Lutfunla; sevindir fukarayı! Heybem: gönül |