Nûn
Nûn
Zira bu meftun Hami karanlığa ışık tutan bir mum Zifir tutan bir ateşböceği Aşk yutan bir mecnun En alçağa kerr û ferr Cehennem kapısında, asılı bir miğfer Zar etti melaikeler Yüz hattında binlerce azap ve heyelan Nûn! Bir dünya ve bir füsun Kelam üşüyor dilimde Son kale düşmek üzere Sana bir sözüm yok, kellâ! Kaçıyor tepeden tepeye neferler Zaman aşıyor zamanı Sol kale düştü bir kere! Beni vuruyor komutamdaki askerler Nûn! Hayat kısa, nefes uzun Kuruluyor Nemrud gibi tahtına gölgem Ey Nemrud gölgem; öl, gel Toplandı bütün sağırlar, körler Benim gözüm onlar gibi görmez Onlar dünyaya sağır, dünyaya körler Gel gör de, yel görmez Nûn! Kim meftun, kim mecnun Vicdanın yeri değişti Ne sağ, ne de solda yer buldu kendine Söyledim “derdin ne?” Gelemedi bin asır kendi kendine Nuh tufanına döndü ayak bastığım yer İbrahim’in atıldığı ateş söndü, Ben yanmaya devam ettim Cehenneme akıyor yıkandığım nehirler Nûn! Tövbe ol, boğazıma yutkun Tahrip etti kışlar yazı Güneş ayazı Bir iklimde derman, bir iklimde sızı Heyhat; yazık, çok yazık Nûn! Hangi yeldaî gece bu, karanlığı unuttuğum Yeller meltem kokardı, kulağıma ezan okunurken Dokunurken elimle annemin parmağını Ben melekler ile oynardım Yalanı, haramı, nisyanı günah sayardım Şimdi hazan döküyor nefesimden ömrümü Sökülüyor amelimden sevaplarım Ey gök, ey makam-ı selim Ben sefil Ben zelil Şimdi unuttuğumu hatırladım Hatırıma geleni dileniyorum seni yaratandan Ve biliyorum ki! Beni yaratan Hakk, beni kabul buyurur Tövbe sofrasında rahmetiyle doyurur Nûn! Şimdi bu hangi mecnun? |