SEKSENLERŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Yaşanmış gerçekler...
Seksenlerin başıydı, her şey çok tuhaftı
Yokluk içinde, kırık dökük bir hayatı yaşıyorduk Küçücük mutluluklarla avutuyorduk çocukluğumuzu Ayaklarımız hep ıslak, soğuk yüreğimizin içine kadar işlerdi. Çocuk yaşımıza rağmen hayatı iyi bilirdik Hiç iki çift ayakkabımız olmadı mesela Her yenisi alındığında, Eskiyen ayakkabılar için, bir kamyon fırça yerdik. Eski ayakkabılarımızı şekerciye verip Yerine horoz şekeri, toz leblebi alırdık Yaramazdık yaramaz olmasına da Saygıda hiç kusur etmezdik. Bir de savaşlarımız olurdu Şevket, Sinoplu Erdoğan, Laz Apo ve Ben Dördümüz yeterdik karşı mahalleye Haylazdık, gözümüz karaydı, kimseye papuç bırakmazdık Ve biz başkaydık. Yine bir savaşa hazırlanıyorduk Evden cephaneleri alıp, Karşı mahallenin çocuklarıyla, yumurta savaşı yapardık Savaştan sonra, güle oynaya Bir güzel dayak yerdik annelerimizden. Şevketin annesi kıyamazdı oğluna Bu yüzden hep babası döverdi onu. İlk işimize, Zincirlikuyu’da mezarlara su dökerek başladık Kazandığımız paralarla, Beyti bakkaldan ekmek arası helva ve gazoz alırdık Kutu kolayı, çok sonra Almancılardan öğrendik Almanya’dan tatile gelenler, Alman çikolatası ve kutu kola getirir, Karşımızda yerler, içerlerdi. Biz onların çikolatalarını hiç bir zaman değişmedik Beyti bakkalın helvasına, biz o tadı hiç unutmadık. Bir de çocukluğumuzun gençleri vardı, hiç anlayamadığımız Sürekli gurup halinde gezip, diğer gençler ile kavga ederlerdi Gündüz süren kavgalar, gece olunca yerini çatışmalara bırakırdı Her gece çatışma, yakılan dükkanlar, ölen masum gençler Biz o yıllarda öğrenmiştik sağı, solu. Dedim ya seksenlerin başıydı, her şey çok tuhaftı. İlkokul bitince, her birimiz bir tarafa dağıldık Kimimiz okudu, kimimiz bir yerlerde çalışmaya başladık Ben çocuklukta kalan tüm anılarımı Zincirlikuyu’ya gömüp Mahalleden ayrılmıştım. Koca bir yalnızlığın içinde açtım gözlerimi Sessiz… suskun… içine kapanık… Pusarak kendi karanlığıma, sanki hiç yokmuşum gibi Her şeye sırtımı dönmüştüm. Şevket, okulu bitirip iş hayatına atılmış Olmamış, baba mesleği gemilerde çalışmaya başlamıştı Hayatın tüm zorluklarına göğüs germiş Deli dalgaların dövüp durduğu Bir kaya parçası gibi, hayata kafa tutmuştu. Laz Apo, en kurnazımız, en haylazımızdı Hayat nereye savursa, oraya koşar Her seferinde dimdik ayakta kalırdı Yıkıldığını hiç gören olmadı İçinde yangınlar olurdu, kimseye göstermezdi Bir tek Annesi öldüğünde gördük yıkık yanını. Sinoplu Erdoğan’ı hiç unutmam… Ah Erdoğan ah. Sevdiği kız uğruna kıymıştı canına Oysa aramızda en neşeli oydu, hayat doluydu En görünmez yerinden yara almıştı Çocukluğumuzu da alıp avuçlarımızdan Aramızdan göçüp gitmişti. Artık her şey değişmişti Ne çocukluğumuzun kahraman abilerinden, Ne de bizden bir eser kalmıştı Aşktan yana da hiç gülmemişti yüzümüz… Oysa ne hayaller kurardık eskiden İmrenerek baktığımız Emirgan’da bir evimiz olacaktı Şöyle kocaman bahçesi olan… Şimdi, tüm hayallerimiz boğazın sularına gömülü Ardımızda hep hüzün, yarınımız Allah’a emanet… şiirime yorumu ile can katan değerli dostum Keremay Ata ya çok teşekkür ederim. |