2. BU YOL NEREYE?...Ey bu fâni dünya’nın yolcusu!... Ne bu kaçış?.. Nereye bu gidiş, nereye bu varış?... Nereden geldin?... Nereye gidiyorsun?... Niye?.. Bir dur, düşün!... Bu yol nereye?... Bu dünyâ’ya veled, gelmedin mi?... Zebûn... Lâkin şimdi, koca adam oldun, Ev bark, mal mülk sâhibi oldun, Eş dost, oğul çocuk... Âile reisi oldun... Peki, bu yol nereye?...Be Coşkun!... Çalışıp kazandın, birikip çoğalttın, Üst üste koyup, gümüş ve altın, Kârun gibi, hep paralarını saydın... Hep kıskandın, kimseyle paylaşmadın... Firavun gibi, kimseye acımadın... “Bana ne!...” Hep dedin!... Hiç kimseyi, umursamadın... Peki, bu yol nereye?... Be Aşkın!... Bunları ben yaptım!... Bunları ben ettim!... Hep diyorsun... Ama asıl sâhibini unutuyorsun!... Öyleyse, bu yol nereye?... Be Tayfun!... Bu güneşi yaratan... Bu lüzgârı estiren... Bu dünyâ’yı döndüren... Rabbın değil mi?... Hakikaten!... Öyleyse, bu yol nereye?... Aceleten... Bu canı sana hediye eden, Bu sağlığı sana veren... Bu iki gözü sana bağışlayan, mükemmelen... Yüce Allah değil mi?... Gercekten!... Öyleyse, bu yol nereye?... Âcilen... Bu gurûr, bu kibir... Bu benlik ve bencilik... Bu umursamamak ve kulakasmamak, Niye, niçin?... Bu yol nereye?... Be Fahreddin!... Değil mi Allah, el-Bâri’... İnsanları ve cinleri, Sadece Ona kulluk etsinler, diye halketti?... Öyleyse, bu yol nereye?... Be Ferdi!... Değil mi Allah, el-Müteâli... Bu kâinatın Rabbi ve sâhibi?... Bu güneşin ve yıldızların hâliki?... Hesap günün mâliki?... Öyleyse, bu yol nereye?... İllâki... Peygamberleri gönderen... Kitapları indiren, Mü’minlere yardım eden, Rahman olan, Allah değil mi?... Zâten... Öyleyse, bu yol nereye?... Esasen... Sana yol gösterdi... Sana erzak verdi... Seni donattı... Seni eşrefü’l-mahlûkat etti... Öyleyse, bu yol nereye?... Be Lütfi!... Seni ahsenül-takvim ile yarattı... Ellezî ‘alleme bi’l-kalem, ‘Alleme’l-insâne mâ lem ya’lem... Kalemle yazmayı, okumayı tâlim etti... İnsana bilmediği şeyleri, ona öğretti... Akıl ve fikir, ilim ve bilim, hediye etti... Ancak teslimiyet, istedi... Öyleyse, bu yol nereye?... Beyefendi!... Ey bu fâni dünya’nın yolcusu!... Gel beri!... Gel bu muhabbet-hâneye!... Şimdi... Rabbimize şâkir ve âbid, birlikte olalım, Kulluk edelim!... Ona hakkıyla kul olalım!... Aksi halde, bu yol nereye?... Be canım!... Bu yol Hakkın, hakikatın yoludur!... Bu yol Furkân’ın, burhânın yoludur!... Bu yol aşkın ve selâmetin yoludur!... Bu yol âriflerin, âşıkların yoludur!... Aksi halde, bu yol nereye?... Be Gafur!... Gel sen de katıl, bu aşk kervanına!... Gel sen de layık ol, O yüce sultanın fermanına!... Gel sen de, kazan imtihanını!... Gel al gönlünce, kendi berâtını!... Yoksa, bu yol nereye?... Geç olmadan, Rabbini tanı!... İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn... Allah’tan geldik, Ona döneceğiz, bir gün... Bu zâten kesin... Allah’tan aldık, ona hesap verecegiz... Sırat köprüsünden geçeceğiz, o gün... Bıçak gibi keskin... Öyleyse, bu yol nereye?... Almadan izin... Ey yolcu!... Bu dünya’da, gârip ol!... Sonsuz ukba’ya, da hâzır ol!... Gelir bir gün, ansızın kopar kıyâmet’in... İşte o gün, olur felâketin... O zaman, bu yol nereye?... Ey gezgin!... Bak ne diyor Allah’ın elçisi... Sen ne hazırladın o güne?... Husisi!... Günahından gayrı, var mı başka bir şeyin?... Öyleyse, bu yol nereye?... Be Sezgin!... Gel, hadi gel... Kaçamazsın bundan... Ne yaparsan yap, Sen de vereceksin hesap... O zaman, bu yol nereye?... Ey ahpap!... Evet... Bu yol kabrine doğru... Evet,... Bu yol Rabbine doğru... Bu yol ya cennete, teberru... Yahutta cehenneme doğru... Ey yolcu!... Unutma bu benim nasihatı, İdrak et, bu hakikatı... Yoksa, sen de boylarsın, o kızgın nârı, Çünkü kaçırırsın, bu fırsatı... Sübhânallâhi ve bi-hamdih, Sübhânallâhi’l-azîm... Estegfirullâhe’l-azîm, ve etûbü ileyh... Şimdi... Rabbine dön, nasuh tövbe ile, Kalbini temizle, pişmanlık gözyaşın ile... Bu tespih ile, zikret Rabbini, gece gündüz, Nasip etsin sana, Kur’an’ı kılavuz... Nasip etsin sana, Peygamber yolunu... Nasip etsin sana, cennet yurdunu... Âmin, vesselam... (7 Eylül 2020) ..... SÖZLÜK: Veled (arab.) – çocuk. Zebûn (fars.) – güçsüz, zayıf, âciz. Kârun (islm.) – Kur’ân’da çok zengin, ama mağrur ve inatçı olarak bahsedilen bir kâfir kişi. Firavun (islm.) – Mûsa (a.s.)’ın dönemindeki kâfir olan eski Mısır’ın hükümdarı. Lüzgâr (esk.türk.) – rüzgâr. Aceleten (arab.) – acele-acele, çabuk-çabuk, çabucuk. Mükemmelen (arab.) – eksiksiz, kusursuz. El-Bâri’ (islm.) – Allah’ın en güzel isimlerinden biri. Mânası: eşyayı ve herşeyin vucüdunu birbirine uygun halde yaratan. El-Müteâli (islm.) – Esmâ-i Hüsnâ’dan. Mânası: aklım mümkün gördüğü herşeyden, her hal ve tavırdan dahâ yüce. Eşrefu’l-mahlûkat (arab.) – mahlukların (yaratılanların) en şereflisi. İnsan. Ahsanu’l-takvim (arab.) – en güzel biçim. Sûre-i Alak, 96/4-5 Şâkir (arab.) – şükreden. Furkan (arab.) – Kur’an’ın başka bir ismi, Doğruyu batıldan ayıran demektir. Burhan (arab.) – kanıt, delil. Berâet (arab.hukuk.) – temize çıkmak, suçsuz olduğu anlaşılmak, aklanmak ve cezâdan kurtulmak. Teberru (arab.) – bağış, karşılıksız olarak vermek. Allah’ın inâyeti (lütfu ve ihsanı). En-Nâr (arab.) – cehennem ateşi. Anlamı: “Yüce Allah’ı her türlü noksan sıfatlardan tenzih eder, (ancak) O’na Hamd-ü senâ ederim.” Hz. Peygamer (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Sabah veya aksam, 100 kere bunu söyleyen kimse, başkası da onun kadar veya daha çok söylemedikçe, Kıyâmet gününde onun getirdiğinden daha faziletli bir amel getiremez.” (Muslim, 4/2071). Anlamı: “Allah’tan bağışlama diler, O’na tövbe ve istigfar ederim.” (Buhari, Fethu’l-Bâri, 11/101; Muslim, 4/2075). |