AMEDRÜMEYSAH sen, çocukluğumdun, masumiyetim sen Bereket Han duvarları mazim toz çuvallar üstünde dinginliğim rüyam, göğüm, çölüm, denizimdin raks eder, göllerin ıssız akışı her nakışı, hüsrana yar bakışı özlem tüten demden gönül kayışı hem canım hem cananım, cevherimdin ayrılık da aşka dahil, Rümeysa bir hayatlık canı var ölümlerin bülbüle uzaklar yakın Rümeysa bir nefeste yayılır gül dediğin Rümeysa, zarftan kuşlar fezamda gurbetimin teli kopmuş sazımda deli taylar uçar durur bağrımda seven ruhta fren tutmaz Rümeysa konmaz öyle her dala sev devrimi sütü zift, balı zehir semahında uzar, uzar, uzar, şeyhin gözleri can kınına sığamıyor Rümeysa bahar gamzelerin Fındık burcudur müridi, mürşid kılar tek bakışta dergahında cerenler kuruludur aşka dizgin vurulmuyor Rümeysa GÜVERCİNLER ÇARŞISI şükran toylarımızın sesi gelir aşiret çadırlarından obamız hayran otağımız kurban kıl çadırda yer sofrası kalbin serilmiş razı serilmiş padişahına kadar Nur burcunda ciğerim ağarır külahına dek kufi ebebulguru saçlarında nesih yazıtlar döşlerin kesme bazalt döşeli mukarnas bezemeli yazmalarca beklenen yankılarda kurşunlu kubbelerin Halilviran köprüsünde hey canım düşlerin hıçkırır sazlar kavrulur yanar sazlıklar Nevruz neşesi saran köşelerinden bir firak hüznü tüttürür dağlar kavun rayihasına karışır karpuz burcuları ağır çörtenlerden bin rahmet damlar demirciler çarşısı orkestra sadrı tonozla örtülü ceylanlar salınır filintalar ormanında Kazancılar Hanı mürd suskun kaya mezarlar Sultan Şuca çeşmesinde bağrın bağlanıp budaklansın yeter ki kapılma çeper çağın ağına can akar yolunu bulur yeter ki solmaya yaşamak sevincin iki gözümün goncesi BERFİNELLA ve nazenin ruhunuz nasıl da kendine bakan bir ayna suyun uzanışı gibi dere yatağına en tenha lambalar bile çattı mı kavuşmalar çakmağı dayanamaz geceye, yakar bendini işte seni öyle sevmemiştim kalması bile gitmelere benzeyen bir vefalıyı nasıl ikna ederdin ki can kıyamıyor çıkmaya çakılar yeşeriyor etinde uzuyor, uzuyor, uzuyor gözlerin gökleşiyor yağdıkça düşlerin denizlerle göklerin kavuştuğu çizgiye şimdi aşkın baktığı her yöre Berfinella dal en çok tutunduğu çınara kırılırdı bazı şeyler konuşmayarak dinlemeyerek öğrenilirdi çağa iki vicdanlı, iki yürekli gerek öyle dağ gibi durduğuma bakma dal gibi kırılırdım doğru yerden sarınca badem çiçekleri açan ağaçlar gibiydi bazılarının kalbi mevsiminde anlaşılır şimdi nereye gitsek Berfinella gözün gözü görmediği aydınlıkta masum bir karanlık yakmaktı vacip olan gidersin, bir yarım çeyrek kalır oysa hüzün mutluluk Berfinella acılar bahçesinin çilekeş güllerine Çayönü, Körtiktepe neolotik mahzun cehennem teninde taşar can nehrinden körpe Hasuni alnında mağara serinliği yüreğin gönülden Hira kokar kadim şehrim toprağa sığmıyor Berfinella surların gözyaşları eritir sırların kalesini hıçkırır aşkın burçları Berfinella dolar ciğerleri kentin mazgalların karasında yankılanır geçmişin çığlıkları Asur hüznü sarılır bağın bağrına aniden bastıran yağmurlu bazalt kokusu tahtını sallar kral çocukluğumun aşk kağıda sığmıyor Berfinella gönül sadra sığmıyor Berfinella hepsi geçer, kancık kibirler tamponu şişkin şımarıklar binbir yüzlüler, alayı geçer her zifir gömülür, üzülme Diyarbekir kıyamete dek kalır işte bunu bilmek aşkımıza yeter Berfinella MEVSİM ZOZAN serin Anzele pınarı karışır Arbedaş sularına içerin Zerzevan kalesi yüreğinse yorgun Hevsel kuşlukları baharda kengeri yazın dutu, eriği gözleyen katıksız halkı kendi kalbinden başka yenemez kimse öğrenecekler Zozan hey nava dılê mın dört yanım hozan yanık çarşıda türkün duyulur cıvıl cıvıl öter buğday pazarı dar sokaklarda yangın rüzgarın alnıma yokluğunu savurur üstüm başım kelepçe aklım fikrim Zozan viran bağ köşküyüz şimdi esamemiz okunmaz Fiskaya şelalesi yağanda bir uçurtmalık canı kalır filinta uçurumların gözlerinle gözlerimi bırakma Zozan donarak can vermesin bakışlarımız susmasın erbaneler susmasın çığlık çığlığa sessizlikler konuşsun Zozan çığırsın dilsizler GÖZLERİN DİYARBEKİR yeşil pulat pencere yeşil sis yeşil tütsü yeşil ziya acılar denizinde yananları hüzünler yangınında donanlar anlar dinle atmosferin bekaretini şehid sahabelerin mahzun külliyesinde her çeşme bir şelale vecdin feyzinde kuşların ve taşların zikirleri erir birbirinde kadim cezbeyle el pençe divan gölgeler dizilmiş kandillerde tutuşan esrar yankılanır duvarların teninde sanki yer göktür, göklerse zemin bağrında ashabıyla firdevs kokan camide diyesin ey ulu belde şimdi hutbe sırası sende kelamsız, burgusuz duyabilen canlara kepenkleri indirilmiş özlerin marşı eser etinde damağında cevherin öbekleri ervahın şöleni çarpar durur göğsünde asude şafakların nasıl da gür sancağının fecrinde suskulardan örülme mahşer sanki kıyamet kıyamet yeşeren diriliş şahdamardır atar genzinde ve lale nehridir akar akar da taşar kaburgalardan kadınlar kaynatır buğdayını damlara, avlulara serilen güneşte kurutulan çığlıklara dönüşür dargın bergüzar gülünce gözleri kuşlara dönen haminneler tırpanı her vuruşta Allah diyen kadim rençberler çeliğe çifte su veren evliya demirciler Rahman’ını ameliyle sevenler can sevdanı haykırır kızıl gökte sarı hilal gözlerin kendini dağlara vurur serilir öksüzlüğe keçe yolluklar kırılır fanusları sevdamızın yorgun Diyarbekir lorîninde yeniden doğar şimdi nereye gidersen git hicret yanar köşklerin yanar Hamravat kavrulur Seman şimdi her can biraz sensizliktir her aşk biraz hicraniye gitme diyor semaver bitme diyor dağlar, taşlar, kavaklar can kınına sığamıyor Dilaram açar dokunduğun bütün koğuşlarda narin nûbihar AŞK ŞİMDİ ZERYA ebaneler hasretini haykırır hasretini, mahzun, hazalsı serden geçer serdil avaşin nazarın nazarıma karışır durur delal gözlerin sırılsıklam cehennem gözlerin zelal dilzarımda hivbanular yeşerir dilaverlere dilvanlar yaraşır rotindalar rolêdalara bir rojdalık ömrü var suçsuz kelebeklerin bir jiyanlık nasibi ıssız sevenin gönül hekimidir gülüşün hep baharda kırağı ve cehennemin dibi gamzelerin hemdemiz, nefes nefese bağdaşız şahına kadar bağdaş ve haldaş, sevdiğim yardaş, Allah’ın aşkına gecekondu masumiyeti yoksulluk berraklığıdır mahcup yüzlerden okunan bozlak tozlu tülbentlerinde nenelerin cennet kokularından bir şelale sorma nasıl, bilirim fakirhanelerin evliya saflığına yetişemez softa burjuva yetişemez nazenin başı ustura tıraşlı hovarda peştamal çocukları kenar mahlesinde zor ızdırabın antik bir hevesi büyütür acılar havuzunda boy verir hüznü boylar havuşlar caddelerde boy gösterir yürüyen mezarlıklar saçaklara ayrılıklar konar oysa kalbin, tetik kadar dinç namlu kadar filinta mermilerin şarjörlere dönmeyişi kadar yaşlıydı döşünde döşün ki, nerdeyse çatlayacak şehvetin vahşetinden döşün ki alayına yetecek kısrak emzirirken ruhları hey ciğeri kınalı, güneş yanığı baştan ayağa Diyar tepeden tırnağa Bekir yüreği bronz kentim sevmek şimdi zerya konuş ki, dilsiz iblise dönüşmesin susmaya alışanlar konuş ki mertlik bulaşsın korkudan geberen asalaklara susma ki delikanlı şehrim hayın başbuğların mabadını yalayan kıraç itlerin puşt devri vaktidir, hitama ersin BERİVAN sen, boyuna bahar, asil ve asi sen sadece gönülde yeşeren gül Diyarbekir dağlarında türküydün Diyarbekir bağlarında zılgıtlar sen boyuna sürur ve hep özü gür ruhun göğsüne sığmıyor Berivan nereye gidersen git hep yüreğim yok maşuka aşıktan başka vatan gidişin hep koşmaktır kaçtığına boranlar da üşür, gitme Berivan gülüşün vejîna, gülüşün sarya gülüşündü; ırmaklar ormanlarda gülüşünle güneşler açar şevler gülüşünde kanatlanır zaroklar gülüşün rojarya, gülüşün zerya sen boyuna sürur ve hep özü gür Diyarbekir bağlarında zılgıtlar Diyarbekir dağlarında türküydün sen sadece gönülde yeşeren gül sen, boyuna bahar, asil ve asi YÜREĞİN AMİDA kalbin, savaş sonrası et kokusu damarlardan fışkıran kan çorbası kuzgunlar aynalarda yolun gözler Amida Selahaddin Eyyubi Cami keder kuyusu vefatından beridir yoldaş Mezopotamya öyle cansız, böyle lal kesiği hey aman, durmaz yerinde içerim paramparça hücremin kerpiçten çiçekleri fersiz yar çeşmesi susuz ranzalar cehennem çukuru Mervani yiğitler gerek şu puştluk çağına hey aman, can tutuklu devir zor, devir cambaz, devir namussuz zalimin mazlumluk tasladığı zamandır münafıklar yüzünden haktan dönen gafiller merhametli davetine muhtaçtır hey aman, erlik vaktidir parıldar, parıldar nazarında hırçın Silvan Kalesi cildin buz cehennemi kalk ayağa ey şehir Nasır-ı Hüsrev olsun yeniden şahid düştüğün yerden doğrul dikil de süpür ey namert çelmeleri GİYAN MEVSİMİ gönül göğsün gülüydü gülün göğsünde bahçe tarihin mezarlığı höyükler anlatsın çilekeş destanımızı gözü, değdiği yeri derinden deşen erler vursun bağrın teline vursun döşüne döşüne öksüz Diyarbekir’in Dicle’nin yuttuğu çocuklar hey yavrum hey de ne hey aç, avaz, üryan yetimleri ısıtmaz hiçbir yorgan yaşamadan bildim ki yaşamayan bilemez gel gör ne ateşler ne buzullarla ölüm dansında leylim içerimde, dışarıyı hapseden sevdan, kıyama durur sevdan ki Amedî sevdan ki dinmez Cemilpaşa konağında çığlıklar dolaşır çığlıklar ki etten bir duvar azimli antenine hoyrat gevherin kuşların uçuşurken ki toplu kanat sesleri giyan der durur bahçende giyan; der, durur BARIŞIN KEVOKLARI Karacadağ’da eriyen karın şelalesi duyulur Çınar’da Cahit Sıtkı’nın serçeleri Ahmed Arif’in yuvalarında Sezai Karakoç mısraları gezer durur, hevesli kadim Suriçi sokaklarında gözlerin ki gitmez bitkin gözlerimden gözlerin ki kafesime can gözlerin ki bitmek bilmez bir çift menfez aynalarda hücremde neşen sözümde yüzün güzümde közün, özümde tözün severim zulamdan içeri toylar, efkara döner kabir böcekleri dolar gariban, yaralı kederlere Kürdistan çiçekleri sarar Kürd çocuklarının kardeşlik türküleri haykıran safderun yüzlerini bu savaş ölmeli, bu savaş ölmeli durun siz candaşsınız bu savaş ölmeli bu savaşı, bu barış öldürmeli düşün, ne güzel cinayet ne civan katliam |