Nakş-ı Aşk
Yana yana kapına geldiğim aşikardır
Rüzgarda savrulacak külüm bile kalmadı Dağıttım şol bahçemi firakın son bahardır Bülbülü cezbedecek gülüm bile kalmadı Dile sorsan cevabı feryat etmektir, fakat Başa gelen çekilir yoksa da dizde takat Çileymiş vuslatının karşılığı kat be kat Başımda ağaracak telim bile kalmadı Kayboldum engininde bir mai okyanusun Duasını dilimde vird edindim Yunus’un Yürünecek yolların hem başı hem sonusun Senden gayrıya çıkan yolum bile kalmadı Şifa niyeti ile her gün zehir içerim Öyle susuz kalmışım sunsan nehir içerim Sokakları tarumar kayıp şehir içerim Aşkını sığdıracak solum bile kalmadı Çehremin solgunluğu sabrın zorluğundandır İnsanların töhmeti aşka horluğundandır Ahu efgan edişim yürek darlığındandır Derdimden vazgeçecek halim bile kalmadı Ey nidama dudaktan dökülmeden yetişen Namerde karşı boynum bükülmeden yetişen Ey ruhum bedenimden çekilmeden yetişen Susmak edeptir deyu ka’lim bile kalmadı Haykırışım samimi gözyaşım derindendir Çekilen türlü cefa kulun kaderindendir Sanmasınlar kalpteki korku Mahşerindendir Vuslatı dilemekten dilim bile kalmadı Ferhat olup dağları delmemişim öyle mi? Kerem gibi Aslı’yla dolmamışım öyle mi? Çöle düşüp bir Mecnun olmamışım öyle mi? Leyla’yı arayacak çölüm bile kalmadı Yok oldum yokluk içre varlığımdan sıyrılıp Sen oldum her zerremle benliğimden ayrılıp ‘Ölmezden evvel ölün’ hitabıyla buyrulup Yandığım günden beri ölüm bile kalmadı Rüzgarda savrulacak külüm bile kalmadı |