VUSLATA KOŞANLARIN GAZELİ
Bıraktığın gibi mevsimler
Biraz tuz kokar denizler Senden gelen tüm gizler Artık baharı örselenmiş Aslı gibi Kereme niyet eyler tüm yiğitler Şöyle baktım kırık saatin yelkovanına Ardından ruhumu ıslatarak şatoların endamına Gökkubeden çıkarak gelen ansız bulutlara Seninle taç giydirdim kızıl ve mavi kutuplara Ayrı bir sevdanın külüyle yükselen bu cihan Sessizlik içinde inleyen o hoş sedâ Bir namus gibi titrerken ney Yunuslar gezgin birer rehberdir Yaşamak elbette yâdımdadır Heyhat ! Zuhur eyleyen Maçinden koparak gelen Mâh ile Şems değil miydi ? Topraklara huzur kılarken acundan filizlenen Bu aşk denizinde sen değil miydin? Ayrılıklar saatlerin dişleri arasında Konuşsa düşecek tüm gerçekler Sussa matem hiç bitmeyecek Özlemi ve hasreti dilleyen nağmeler Yağmur tanesinin her darbesinde Gök ekini koparır gibi Nal sesiyle inleyen şu çorak tarla Aşıkların gül diktiği çemen-zâr gibi Rıhtıma bir gemi yanaştı Köstekli saat donuk Ruh tavana mürted Tavandan akan iki göz Sessizlik içinde ağladık ... ..... ........ Ve ......... Sonra ............. Dedim ki ; Ağlamak ruhun gıdasıdır mevsim seçmez Som sandıklar ile giderken gelin yasına İlmek ilmek dokunan yaşmağına İsimsiz nice kadın doldurur Korkut dedemin mirasını Al yanağından aşk düşer gibi Dualanır, allanır, yiğit kızanlar Aşk ile yanan pervanenin hükmünde Sessizlik içinde dur... kal öylece Geliyorsa ulakların tılsımları kulağına Anadolu gibi seviyorsam seni Toprağa düşer gibi Ellerimle tışlatıyorsam sazın telini Sunalar kalkıp kervan eyliyorsa eğer Vakit tamam geliyorum yarına Öyle mevsim seçmeye gerek yok Rüzgâra bırak ebruların kokusunu İlmek ilmek dokudum ruhunu Çor torpakların misk danesine Gerdanın hilal olsa Gözyaşın sitâredir Kılıcın gök renkli Aşkın başıma divanedir |