YUMURTALIK'TAN SESLENİYORUM
Yumurtalık sahilinde dolaşıyorum yalın ayak
Yine sensiz yine biçareliğimle başbaşayım Dalgalar hafifçe okşuyor ayaklarımı Rahatlamamın bir çeşit ılıklığını yaşattırıyorlar kanımca Kaleye dalıyor gözlerim uzaklara tuzaksız bakıyorum Hüzün bürüyor bedenimi şiirler dilime dolanıyor Sessizliğimle hıçkırarak ağlıyor sözlerim Sözlerim çığlık Sesim sakin değil aksine titrek Ellerim güneşin ışığını saklıyor avuçlarımın içinde sanki … Ve aniden sensizliğimde Eski zamanlarımız geliyor aklıma hem de hiç istemeden Kıyıda ateş yakışlarımız üzerinden atlayışlarımız falan Etrafında bağdaş kurup oturduğumuz gitar çalıp şarkı söylediğimiz Bir elimizde biramız bir elimizde varsa sevdiğimizin teni yoksa sigara Yüzümüzde mutluluğun rehaveti içki miçki bahane Hayallerimizi sunuyorduk ya utanarak birbirimize hani Sıralananlardan hiç biri gerçekleşmedi bre büyüdükçe hem de Düşünüyorum da şimdi Yalınayak yalnız kalmışlığımda kumsalda Bir ben kırılmamışım hayallerden yana Kırılanlar gerçeğin yanılsamasıymış be Kırık dökükmüş düzenli görünen dünya Yuvarlak değil yamuktan ibaretmiş meğer Meğer her şey hallüsinasyon hatta illüzyonik görüntülermiş yanıltılmışız Anlayamamışız büyüklerimizin uyarılarını da öyle büyüyüvermişiz işte Gençliğimizin deli rüzgarına kaptırıp koyvermişliğimizle Omuzlayabileceğimizi zannetmişiz her şeyi hem de her şeyi Zaman hiç farkındasızlığımızla kum saatinden akar gibi kayıp yitmiş ömrümüzden Ne biz zamana yetişebilmişiz ne de zaman bize Arkadaşlıklarda ayrı gayrılıklar olmaz inancımızı elden geçirmeliymişiz yeniden Saadet zincirinin kopmazlığına aldanmadan daha bir temkinli olunmalıymış Boş şişeleri kayalara fırlatıp kırma gücümüzle kafa tutmuşuz bir şeylere Ne o bir şeyler bitti ne de umudumuz yitip gitti Bir gün dedik ya hani çok zengin olursak eğer Anasını belleyecektik bu deveranın her şeye rağmen Nerdee Hala sayısal alıyorum biliyor musunuz belki çıkar umudumla Eskiden Toto oynardık hatırlar mısınız ayak üstü tutturamadım bir türlü Altılı ganyana da takılıyorum ara sıra Bu yılbaşı biletime amorti bile çıkmadı canına yandığımın şansımdan Kurşun döktürmek değil artık aklımdan geçen Basiretime kurşun sıktıracağım ola ki düzelir şansım Hey gidi yaşamak zorunluluğu hey ki hey Neydik ne olduk bre kazanıp da kaybettik bari tadını bilmeyeydik Hatırlar mısın eskiden buralarda çadırlar kurulurdu Ali Babanın karavanı Mayıs’ta inerdi sahile geceleri diskomuz olurdu Bizim tatil başlayanda kıskanırdık onların güneş yanığı esmerliklerini Pelo balık etiyle yırtardı dalgaları iskele atlayışıyla Yaso Yunus Balığı gibi yüzerdi sıkı yüzücüydü sörf yaptığı da olurdu Barakalardan evler kurulurdu bazı zamanlar evden gönüllü Ayşo Mübo okul çıkışlarında koşarlardı yanımıza Mübo jeton isterdi Sabahları erken kalkan ben de onlardan patates kızartması Koşu ve yürüyüş yorgunluğumda pek bir güzel olurdu onlarla kahvaltı Fato Çerkez kızıydı hizmet sonrası dalardı aramıza üzüm getirirdi Tek mi çift mi oynardı oğlanlar kızların bacak kıllarını görende Onlara söylenilirdi: “Esas sizin ağda yaptırmanız gerek bizimki tüy” Öyle gülüşürdük kıvıra zıvıra dünya umurumuzda değildi Yüzü koyun uzanıp güneşlenenin üzerini ıslatmak sevap bile sayılırdı Çadırkent Ahalisi bekarlarının çoğu evlendi çorçocuk sahibi oldu bazıları Biri hapse girdi banka soygunculuğundan pek bir delikanlıydı zamanında Biri evlendikten hemen sonra öldü trafik canavarından Antep’liydi Bir kız kardeşim kalmıştı evlenmemiş olan o da evlendi 3 gün sonra Üç gün sonrasında iki ay hastanede yattı ve Ölü Canlara karıştı Erkek kardeşim mi büyüdü adam oluyor pişmiş acıyı tadarak Üniversiteyi bitirdi, evlendi özel sektörde 9 yıl çalıştı şimdi KPSS derdinde Tatmadan öğrenmesi için yalvardımdı Allah’a yalvarmıyorum artık Bacıma bağlılığımdan ağlıyorum bugün bir de sana İşte o biçim yangın eşiğinde dolanıyorum sahilimizde Bizim kızlar büyüdü artık: “Çocuk değiliz biz” diyorlar kafa tutuyorlar Deniz evlendi üstelik bebek bekliyor bakalım hanginiz geleceksiniz Ya Nüzhet ya Nazlan Yani illa da N olacak geleceğimizden geleceğiniz Hala çocuğum ve öğrenmem gereken daha bir dolu şeyler var anayım ama Değişmeyen tek şey bu Yüreğim yangın yeri Volkan var sanırsınız ha patladı ha patlayacak Korkarım her yan lav olacak Yumurtalık değişmiş bre hem de çok değişmiş lokantalar park yeri olmuş Şurada tahta dıştan merdivenli küçük sarı adliye vardı iyi bilirim Aha bu yanda İsmet Abi’nin yeri vardı vah ki vah Yılmaz Güney bu mekanda suçlandı Hakim Sefa burada kurşunlandıydı Neler yaşandı buralarda neler neler Az ötedeki camide ilk kuran kursu dersimi almıştım vaktiyle Az mı süpürdüm arkadaşlarımla minaresini ve caminin içiyle avlusunu Babam burda Yargıç’tı annem Ayten’im pek güzel kadındı İlk dayağı burada tattımdı Çamaşır makinesi Hoover’imizi konu komşu seyretmeye bize gelirdi O vakitler seyredecek televizyon yayını yoktu da enteresandı… İşte öyle Manyetolu kara telefonumuz vardı yandan çarklı… Pek ağırdı İki rakamlıydı telefon numaraları: “Alo (atıyorum)22 numarayı bağlar mısınız” Elektrik jeneratörle verilirdi çoğu zaman Jeneratörler saat 22:00 ila 23:00 de kesilirdi elektrik yoktu doğru-dürüst Bir de İpek Yolu olacak hiç Devlet el atmamış Gerçi şimdilerde Sanayi Bölgesi olarak pek bir revaçta Yumurtalık Santimine varıncaya kadar satılıyor Bereketli Kırmızı Topraklar Çiftçinin sonunu hayra alamet görmüyorum bu gidişle Toprak bile Kanser oluyor hain oyun ve kalleşliklerden Kanser’in tohumunu tohumlan attırıyorlar çünkü İlaç milaç hak getire canına yandığımın memleketimde Kaleye kadar yüzmeyi marifet sayardık ya o vakitler Bilmezdim kalbimin kifayet derecesini kayıktan atlardım erkenden Yüz yüz deniz bitmezdi Kulaç atışlarım yoruldukça sırt üstü yatardım Sanki ne bileyim sahil benden uzaklaşıyor muydu ne Kendimi denizin ortasında yalnız hissederdim şimdiki gibi O yalnızlığımda bilmeden düşünmeyi ve görmeyi öğrenmiştim-di Hala düşünüyorum aha şimdi olduğu gibi dinlenmeden kaleye de yüzüyorum İnsan yaşlandıkça eski günlerini daha bir hatırlarmış hatta özlermiş ya Hani insan adı gibi yaşarmış ya… Adım gibi özleyip hatırlıyorum da Bizler ne çok değişmişiz diye düşünüyorum Bir de Evren Yasası diyorlar buna Evrimimizi tamamlıyormuşuz böyle dağlar bile yerinde durmuyormuş Yıllar harbi hayatı kapsamış ta hayat içten esaslı yaralamış Beynimdeki izler pek derin unutmak sanki mümkün değil… Unutamıyorum Şu an evli-bekar ayrı mekan ikametimde düşün kalabalığımın yalnızıyım Ara sıra Akdeniz sahillerine iner anılara dalarım Aradığım eskilerden kim kalmış ne iş işliyor ne var ne yok Evlenip-boşanan yas tutan hasta olanları duyuyorum da içim yanıyor Duymak istediğim birimizin hayalinin gerçekleşmesi Hani birimiz hepimiz için hikayesi vardı ya yalan da olsa avunurdum Büyüdükçe mutsuzluk ve zorlukları göğüslemekten zımparalandık galiba Olgunluğun erdemine varmak ne de zormuş… Breh breh Niteliklerin bilincine erişmek şayet olgunluksa Olgunuz ama koskoca boşluktayız Bilgelendik ağır olduk bundan sonra ne olacağını bilmek istemiyorum Merak ta etmiyorum artık atıl düşünceye karıştığı için Gençlik cıvıltıları olmadıktan kelli yaşamanın ne anlamı var Şeytan diyor ki: “Dal Akdeniz’e çatlayana kadar yüz” Yaşarsan varırsın okyanusa yaşamazsan bedenini balıklar yer Hani demiştin ya: “Ölümüm denizden olsun; balıktan torunlarım” Ya Allah Bismillah! Gülizar Özlem (GÜRSES) SARAÇOĞLU NOT: Her hakkı mahfuzdur. Selam, sevgi ve saygılarımla... 16/06/2008 04:07 de tamam oldu. |
Geçmişe dair, gençliğe dair.
Sosyo-ekonomik, sosyo-politik ve en önemlisi hümanist duygularla harmanlanmış harika bir çalışma.
Dahası da var.
Eleğin üstünde ve altında kalmışlığın ezici hüsranı.
Nereye koyarsan koy geçmişini, nereden tutarsan tut...
Bir yanın acı, hasret, umut.
Tebrikler saygılarımla.