Ölümün Kıyısındaki Yaşama RuhuŞiirin hikayesini görmek için tıklayın Ölümün Kıyısındaki Yaşama Ruhu
Adı, Mustafa PELİT... Adana’nın, Zeytinbeli Kasabası’nda doğmuş, evlenmiş, üç çocuk babası, pırıl pırıl yüreği olan bir güzel çoban..! Okuma, yazması var fakat; ortaokulu okuyamamış imkansızlıklardan. Okuyabilseymiş eğer.. "İyiki de okuyamamış" diye, geçmedi değil hani yüreğimden; Mustafa PELİT’in kendi ağzından dinlerken hayatının kesitlerini, eşiyle beraber evimize ziyarete geldiğinde; iç sesimi seslendirmemiştim kendilerine, çok sevdiğimden... Sorduğum sadece: "Anlattıklarının bazılarını, yazmamda sakınca var mı" olmuştu da demişti kesik kesik: - "Anlat abla, hayatım roman" diye. Öyle bir hayat ki; hayat değil, efsane yaşamı Mustafa’nın.. Dinle dinle bitmez, yaz yaz romanlar olur, buna zaman yetmez.. Gırtlak Kanseri’ni yendi Mustafa.. "Ver, kurtul" hikayesi gibi; hiç istemeden vermişti gırtlağının tamamını.. Sesinden de olmuştu, ağzından-burnundan nefes alış verişinden de olmuştu.. Annemin, gırtlağıyla beraber, o bölgedeki kasları ve lenflerini de almak zorunda kalmıştı çok sevdiğimiz Ülkü Hanım: "Hiçbir alternatif tanımak istemedim bu hastalığa.. Derinlemesine temizlik yaptım" demişti.. Koku alamıyorlardı ve hiçbir zaman da alamayacaklardı.. Boğazlarındaki küçücük delikten alıyorlar nefeslerini.. Artık süzgeçleri yok havayı temizleyen.. Aldıkları hava doğru ciğerlerde.. Poyraz’da daha bir korumak lazımmış üstelik; yoksa oradan kan gelirmiş, ciğerlerin kurumasından.. Pnömeni’ye yakalanmamaları lazım aynı zamanda.. Oldukça tehlikeli çünkü.. Annem, sıksık yakalanıyor, antibiyotikle kurutmaya çalışıyoruz, doktor tavsiyesi üzerine.. ... Ve ömür boyu, çok iyi bakılmaları gerekiyor; sevenleri tarafından, gölgelerinden mahrum kalmamak için. Çukurova Üniversitesi Balcalı Hastahanesi’nde; annemin, 08/01/2008 günü ameliyatı sonrasında, muazzam bir çöküntü ve sinir sistemi bozukluğu yaşattırıldım, sorumsuzların üstlendiği sorunlularca.. Oysa; o zaman, sadece Yaşam Savaşı’nı haklı bir övgüyle anlatan Doç. Dr. Ülkü TUNCER’in ricasıyla yaklaşmıştı yanıma Mustafa PELİT.. Kırmıştım, incitmiştim yüreğini, pişman ettirmiştim içinden geçen gayesini; delice... "Annem ölürse" korkusu daha ağırlıktaki duygumdu. Davranışımı açıklamaya gelince "Neden çok, yazacak yüreğim yok" diyebilirim şimdilik... Aslında Ülkü Hanım bahsetmişti: - "Annenizin durumunda olan bir hastamız konuşmayı öğrendi, çok güzel konuşuyor" diye de çok sevinmiş, tanışmak istediğimi belirtmiştim, ümitsizce... Aynı ameliyattan çıkıp da kısa süre yaşayıp umutlanan... Ne yazık ki; bu mel’un hastalığa yenilen o kadar çok hasta vardı ki; inanıp inanmamak arasında gaile yaşıyordum ekstradan. Aradan aylar geçti, telefon geldi: "Anneniz sizi çağırıyor. Acele gelecekmişsiniz" diye.!? Korktum. Hemen pedallara asıldım ve vardım yan siteye.. Tel kapıyı açmamla; hastahane odasına gidip de: "Sizi öpebilir miyim, bağışlayın lütfen, kalbinizi kırdığım için" dediğim, Mustafa ve eşi oturuyorlar; annem, Ayten’imiz, çok mutlu hem beni gördüğü için hem de onları.. Gözleri ışıl ışıl: - "Merhaba abla" diyor, Mustafa ve eşi.. Mutlu olduğumu kavradığı anda; annemle tek taraflı ettiği sohbetine, kaldığı yerden devam ediyor Mustafa: - "Ayten Teyze, önce geğirmeyi öğren. Çok çalış bunun için. Sonra *(h)eceler çıkacak kursağından. Dört ayda çözdüm, öğrendim. Gayret ettim. Bak konuşabiliyorum işte çok şükür" "H" harfini söyleyemiyordu Mustafa ve açıklamıştı: "Abla, bizim gibi hastalardan "h" harfi çıkmaz, yuttuğumuz nefesin üçte ikisiyle, midemiz sayesinden çıkarıyoruz heceleri.. Önemli olan geğirmek.. Balcalı’da aldım eğitimi, geğirmeyi öğrendim, kitabını aldım, evde hece hece ses çıkartmaya çalıştım.. Önce hanımımın sonra çocuklarımın isimlerini söyledim.. Daha bir hırs geldi bana.. Başardım işte gördüğün gibi.. Mustafa’ya, içimden "Maaşallah, nazar değmesin" diyor hem de gıpta ediyordum gayretine. Allah’ın gönderdiği iyilik meleği gibiydi belki de ta kendisinin görevlisi... Türk Kahvesi’ni bizde içmeye karar verdik ve evimize geldik. Mustafa ve çok sevdiği nazlı eşi, yanyana olarak ikili koltuğa yerleştiler... Tam karşılarına oturmuştum ki; saygıdan, bilirsiniz, her an hizmete hazır, iğreti.. Mutluluklarına nazar hiç değmemeli... Başladı heyecanlı ve heceler zincirlemesinden cümlesine.. Dedi ki: - "Abla, bu (h)astalığa yakalanmadan öncesine kadar hep Şarkı Yarışması’na katılmak istedim, biliyor musun? Güzel şarkı, türkü, uzun hava söylerdim. Hala söylüyorum ama eskisi gibi değil" Böyle, "Nefesinin üçte birini dışarı salıp, üçte ikisiyle, mideden heceleyerek; nasıl şarkı, türkü söylenebilir" aklım ermediğinden, aşıramadım bu sözlerini de: - "Canın istediği zaman söyle. Sesinin güzel olduğu belli.. Hecelesen bile, hızlı konuşuyorsun. Mutlaka; eski halin kadar olmasa da güzel söylüyorsundur hala" demiştim karmakarışık bir halde... Gülümsemişti, Mustafa.. Kendine güveni tamdı, tam da hala.. Nazlı eşi lafı diline aldı: - "Abla, bir söylesin de bak. Sesine, söylemesine aşığım" demişti, gözleri ışıyarak. "Kocasını çok seviyor, çok mutlular ailecek, maaşallah" geçmişti içimden. Meyve servisine geçmiştik ki: - "Abla, sana anımı anlatayım, ben de anı çok, sen yaz" dedi. "Anı" denilince; içimde, kaynardı kanımdan sular.. "Taşar, coşar, dellenir" diye korkardım ansımalarımdan.. Yüzüme acılı endişem yayıldı mı bilemiyorum fakat; hızla bir tebessüm yayılıverdi dudaklarıma: "Elimden geldiğince, anlatılarını aktarmaya çalışırım fakat; kendi adınla yayınlansın isterim" demiştim.. ... Ve eklemiştim: "Üstün niteliklerle donatılmışsın.. Dörtlüklerine, şiirlerine, hiciv sanatına, yaşam öykünü anlatışına hayran kaldım.. Değerinin, nebzimde eşi yok. Şeref verirsin Mustafa, hoş geldiniz dünyama, inşaallah başarabilirim anlatılarını aktarmaya.. Allah utandırmasın" - "Alla(h) utandırmaz abla, bizim yanlışımız yok" demişti... Öne eğildi, sehpadan bardağını aldı ve suyundan yudumlandı, bardağı yerine bıraktı.. Başladı anlatmaya:
- "Sene, bindokuzyüzdoksanbeş (1995).. Eskişehir’in Bozan Kasabası’ında, biçer-döverde çalışıyorum o zamanlar.. İşimi bitirmişim. Vatan (H)asreti var yüreğimde, nazlı eşim.. Yeni doğmuş bebemiz var.. (H)asret yakıyor yüreğimi.. Kolay değil, aylardır çalışmışım, kuş uçmaz, kervan geçmez bir yerdeyim"
- "Kafama koydum, paramı alıp gidecem memlekete.. Bulunduğum yerden yürüyerek çıktım yola vardım Alpu’ya.. Tren istasyonu or’da var" - "Varıp, yazıldım vagona.. Bugün yarın, bugün yarın bekliyorum vagonu" - "Beklerken "Varıp, gideyim" dedim müdüre, öfkeliyim ya hani; izin vermedikleri için.. Duydum müdürü, aksi bir adammış.. Tavırla girdim içeriye (Müdürün odasına): "Mustafa Bey, ne bu tavır, yüzünüz kırk karış" dedi, müdür.. O ara elimi kulağıma attım: - "Görüyorsun yüzümdeki tavrımı Sen burada madem yapma ayrımı Çok özledim, inan gurbetteki yavrumu Ne olur bir an önce gönder müdürüm" - "Müdür, kalktı sarıldı bana. Dedi: "Ulan, Adana’lı.. Sen boş adam değilsin" - "Dedim: "Gurbet elde bende bitirdim işimi Çok söyleyip ağrıttıysam başını İnan çok özledim gurbetteki nazlı eşimi Ne olur bir an önce gönder müdürüm" - "Abla, o günün bir akşamında, patrondan altıyüz lira (h)arcıra(h) almıştım, başka param yok.. O günün gecesi de çay demlemiştim, Şükrü Dayı dediğim patron olur.." - "Altıyüzbinlira zor aldım Şükrü Dayımdan Size (h)isse çıkarttım kendi payımdan Bilmem zevk aldın mı akşamki çaydan Ne olur bir an önce gönder müdürüm" - "Varınca sıladan "Selam" ederim Bir da(h)a kalmam yemin ederim Sana "Sağlık mutluluklar" dilerim Ne olur bir an önce gönder müdürüm" O ara; bana dedi, müdürüm: "Ula oğlum, madem işini bitirdin; varıp, (h)esabını kes, biletini al, memleketine git. Elin cennetini beklemeden sana ne" - "Abla, aynı gün posta geldi, bindim vagona.. Yirmidört saat sonra vardım, vatana" Söyleşimiz 08/09/2008 tarihinde, saat: 10:32 de başlamıştı.. "Finalimiz olmasın", "Mustafa’nın anlatıları devam etsin, son nokta konmasın" diye, bitiş zamanını bildirmiyorum. Her zaman başlangıç olduğu için; açımdan, Mustafa ve ailesini de ortak ettim, zaman kavramımıza.. Talebi üzerine: "Mustafa anlatsın, yazayım.. "Paylaşalım" istedik" Sevgili Haber Potası Ailemize, "Mustafa PELİT, nazlı eşi ve evlatlarının çok selamları, hürmetleri var" Sonsuz saygı, hürmet ve muhabbetlerimle: "Sağlıcakla kalınız" efendim... * "h" harfini söyleyemiyorlar bu durumda olan hastalar... NOT: Anı ve Dörtlükler’in her hakkı, Mustafa PELİT’e aittir. Gülizar Özlem SARAÇOĞLU |
Bir kuş olup kanatlanmak istersiniz... Burnunuzun direği sızlar düşündükçe...
Gözleriniz dalar, ikide bir, gözlerinizde hep bir hüzün buğusu vardır...
GURBETTE ŞAFAK VAKTİ
Gurbette şafak vakti, vuruldu güvercinler,
Kan doldurdu gökleri, kıpkırmızı bulutlar...
Etrafta kol geziyor sanki ifritler, cinler,
Gurbet bir yangın yeri, alev alev umutlar...
Tünemiş saçaklarda, kanadı kırık kuşlar,
Ağaç gölgelerinda öne eğilmiş başlar.
Hasretin ateşiyle, çatılmış yine kaşlar,
Gurbet bir yangın yeri, alev alev umutlar...
Mahzun bakıyor gözler, gülmüyor bak dudaklar,
O âşinâ yüzler yok, yabancı hep sokaklar,
Akşam çökerken kalpler, ne ıstıraplar saklar,
Gurbet bir yangın yeri, alev alev umutlar...
Nerde yâr, nerde ana, nerde özlenen yüzler,
Nerde sıcak gülüşler, kalbi ısıtan sözler,
Gurbette dalıp gider, vuslat dileyen gözler,
Gurbet bir yangın yeri, alev alev umutlar...
Hâlenur Kor