ÇAĞ ATLAMACA
Toroslarla Akdeniz’in arası,
Bağ, bahçe doluymuş, sebze tarlası. Çalışırmış o yıllarda insanlar. Değilmiş hiçbiri dost fukarası. Fazla paraları olmazmış ama. Koşarlarmış, çaresize yardıma. Kaynadı mı ocakta bir tencere, Doyulmazmış lezzetine, tadına. “Komşunun külüne muhtaçmış komşu.” Hiç biri diğerine değilmiş karşı. “Kaz görünmezmiş, o zaman tavuklar.” Mum yaksan bulunmazmış dalkavuklar. Düğün yaparlarmış, üç gün üç gece. Odun getirirmiş gençler evvelce. Yenince yemekler bakır kaplardan, Güreşle başlarmış bütün eğlence. Oyunlar oynanıp da silah patlarken, Dostlar sevinip de düşman çatlarken, Bir hüzün sararmış evdekileri. Gelin evden çıkıp ata atlarken. Düğünde, bayramda hem de ölümde, Birlik olurlarmış, her bir gününde. Ayrı, gayrı nedir, hiç bilmezlermiş. Dostluk varmış her birinin gönlünde. Devir değişip de çağ atlanınca, İnsanlık parayla hesaplanınca, Ne bahçeler kalmış, ne de tarlalar; Yerine dikilmiş beton binalar. Kalpler bile betonlaşmış zamanla. Bütün işler döner olmuş yalanla. Çoğaldıkça tuhaflıklar sayısı, Sarsılmış temelden toplum yapısı. Komşu, komşusunu tanımaz olmuş. Muhtaç olan, kapılardan kovulmuş. Çağdaşlık demişler bunun ismine. İsimler de yakışmamış cismine. Önce düzeltelim bir kendimizi. Sonra dinleyelim, birbirimizi. Çağdaş olmak için çağı bulalım. Şekil değişse de hep biz kalalım. |
çok büyük bir keyif aldım okumaktan...
saygımla...
maviler yüreğinize...