TRABZON HATIRASI
Bu sene de Trabzon hazırlamış kendini,
Mazeret kabul etmem yık gel dedi bendini. İcabet etmeliydi bu davete elbette, Aksi halde geçerdi tüm günlerim gurbette. Heyecanla beklerken emsalsiz buluşmayı, Nihayet gelip çattı inatçı temmuz ayı. Kanat açıp yol aldım hamsinin diyarına, Tutundu Karadeniz gönlümün duvarına. Araklı sahilinde inip biraz yürüdüm, Çırpınan o maviyi ardım sıra sürüdüm. Gözlerim kamaşırken bu müthiş manzaradan, Tanıdık yüzler gördüm sağ yandaki aradan. Başkan Refik Albayrak toparlamış geleni, Kucakladı tüm dostlar kadir kıymet bileni. Hasret dolu yıllara yine çelme takmıştık, Vuslatın ateşini beşinci kez yakmıştık. Akşamüstü grupla gidiverdik Arsin’e, Dağa bakan denizi benzemiyor Mersin’e. Dudaklarda tebessüm sözler öyle mesuttu, Bu gönül sofrasına ilk kez gelen Mesut’tu. Yılların özlemini getirirken hep dile, Katılmıştı bizlere sonunda Yakup bile. Sabahleyin erkenden yapılınca içtima, Süzüldü gizli gizli nerdeyse bütün sima. Hal hatır ve çocuklar en fazla sorulandı, Refik’in oğlu Ahmet koşturup yorulandı. Kafile tamamlanıp yola revan olundu, Sürmene’ye varınca Memişağa bulundu. Güzel bir kahvaltıyla mideler bayram etti, Mıhlama denen lezzet sarışın bir afetti. Osman abiyle Yusuf didişirken durmadan, Taşkıran’a ulaştık saat biri vurmadan. Şelale Restoranda çay molası verildi, Soğuk sudan içenler teker teker dirildi. Yaylalara çıkarken dedik dönelim geri, İndirdiler araçtan işte hedef, ileri! Mihmandarın sözüne nede çabuk kanmışız, Kıvrıldıkça uzayan yolu kolay sanmışız. Sabrımızı zorladı her adımın arası, O akşam Uzungöl’de ağırlama sırası. Az gidip uz gidenler oturunca köşeye, Sohbet rücû etmişti yavaş yavaş neşeye. Araplar bakar iken teraslardan otele, Kemençenin nağmesi âşık oldu o tele. Horon tepemedik biz yerlerimiz dar diye, Gerek yok desek bile verdiler bir hediye. Müzeyyen’in yaş günü sıkışırken araya, Mikrofonu alınca geçiverdim sıraya. Okudum göle karşı beklenen o şiiri, İhsan Tevfik yâd etti dostu olan şairi. Gözlerimiz kirpiğe kur yapmaya başlarken, Garsonun nezaketi etrafını haşlarken, Vakit tamam der iken Hakan Yozcunun sesi, Koşturduk servislere kırmış gibi kafesi. Son yolcu oturmadan daha henüz yerine, Bazısı da dalmıştı uyku denen derine. Uzun ince bir yolda giderken Yeter Hanım, Kalmamıştı dizimde bir adımlık dermanım. Haşim’in dilindeyken Sarı Gelin türküsü, İçimizi ürpertti kaygan yolun korkusu. Gecenin bir yarısı varılınca otağa, Sarılmıştım adeta kuş tüyünden yatağa. Şafak vaktinde bülbül kavuşunca gülüne, Beraberce göz diktik durgun Sera Gölüne. Küçücük bir dubada poz vermeye çalıştık, Şen şakrak çığlıklara sallandıkça alıştık. Turgut Karabey Hoca ayrılırken limandan, Demir almak günü mü gelmiş dedim zamandan. Ruhları temizlerken o yeşillik havuzu, Kızlarıyla birlikte uğurladık Yavuz’u. Bir müddet bakıverdik gidenin arkasından, Pek de çabuk kurtulduk ayrılığın yasından. Maçka’dan yukarıda Sümela’ya ulaştık, Manastırın içinde şaşkın şaşkın dolaştık. Kime neler yaşatmış zirvedeki vaatler? Suda sabun gibiydi geçip giden saatler. Çok geçmeden toplandı aşağıda kafile, Bazısına ayrılık bu görüşme nafile. Ömrü olan seneye listeye yine düşer, Dedik ama azaldık durakta üçer beşer. Ağır ağır inerken hüzün her bir benize, Ayasofya’dan baktık son kez Karadeniz’e. Cephanelik’e çıkıp siper ettik saygıyı, Vurduk orta yerinden firkat denen kaygıyı. Umarım gelecek yıl buluşuruz bir daha, Deyip de veda ettim gidecektim sabaha. 29.07.2015 |
Tebrik ve saygimla.