GÖÇMEN ÇOCUKLARŞiirin hikayesini görmek için tıklayın SEFİL BARONLAR
500 yıl önce, İspanya’da, Engizisyon zulmünden kaçan Yahudilere kucak açmıştı Koca Osmanlı... 100 yıl önce, Bolşevik isyanında, Çarlık Rusya’sından kaçanların da sığınağı, bu topraklar oldu. Daha sonra, Hitler faşizminden kaçan çoğu Alman ve bir kısım Avustryalı ve Polonyalı da,güvenli yaşamı yine Türkiye’de aradılar ve buldular. Jivkov zulmünden, Bulgaristan’dan kaçan sığınmacılar, kendi soydaşlarımızdı ama, daha sonra Saddam’ın zulmündeki Irak’tan kaçıp, Türkiye’ye sığınanlar ,Peşmergeler’di. Ve son olarak, Esat’tan canını kurtarmak için Suriye’den bize gelen sığnmacıların içinde, Araplar ve Kürtler vardı. İşte, burası Türkiye... Bin yıldır, Selçuklulardan, Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine kadar... Bin yıldır biz buradayız ve tarih boyunca başı sıkışan, can derdine düşen yed düvelin, kendini güvende hissetmek için sığındığı yer bu aziz vatan ve tam bir Mevlâna hoşgörüsüyle onları kucaklayan, bağrına basan, onlarla kaynaşıp rızkını paylaşan bu aziz millet... Gelelim, şimdi bize insan haklarından söz edip Avrupa Birliğine kabul etmeyen Büyük (!) Devletlere... Yüz yıllarca Afrika’nın kanını emen İngiltere, Fransa, Hollanda, Portekiz, hattâ kıçı kırık Belçika... Ve Hitler bakiyesi Almanya... Benim Türkiye’m, sade son20 yılda, Irak’tan ve Suriye’den 4,5- 5 milyon sığınmacıya kucak açmışken, bizden çok daha güçlü ekonomilerine rağmen, bunun yüzde biri kadar göçmeni kabul etmeyen, konforlu yaşamlarını tedirgin etmemek için sınırlarını dikenli tellerle, bazen silah tehdidiyle kapatıp, çaresiz ,insanları açlığa ve ölüme terk eden insan hakları savunucuları... Bunların Türk karşıtlığı, hattâ Türk düşmanlığı nereden kaynaklanıyor ? Osmanlı’nın Avrupa’yı hallaç pamuğu gibi attığı, bunların ciğerine saplandığı günlerde başlasa, belki anlaşılabilirdi. Ancak bu düşmanlık, daha Osmanlı’nın adı yokken başlamış. Büyük Selçuklu Devleti Anadolu’ya hakim olup, Avrupalıların Anadolu’ya "Türkiye" demeye başladığı yıllarda, İpek Yolu’nun Türklerin eline geçmesiyle, alıştıkları kârlı ticaret yolu sekteye uğrayınca, o yıllarda birbirini yiyen Avrupalılar, hemen birleşip, 106 yıl içinde tam 4 haçlı seferi düzenlemişler Türklerin üzerine ve bu seferler, Osmanlı devleti döneminde de, Fatih’in İstanbul’u fethine kadar 6 kere daha sürmüş. Sonunda yemişler Osmanlı tokadını ve haçlarını ceplerine(!) sokup üzerine oturmak zorunda kalmışlar. işte, "Türkofobi", Türk korkusu, bu aşağılık duygusu, 1000 yıl önceden yerleşmiş bunların yüreğine. Onlara derim ki, dünyanın bu günkü gidişinde, beş- on yıl içinde kimin ne olacağı hiç belli değil... Bir gün gelip, siz de can derdine düşerseniz, biz hep burada olacağız, SİZİ DE BEKLERİZ.... Ünal Beşkese
[ ita
( LÜTFEN ŞİİRİN HİKAYESİNİ OKUYUNUZ) Başı önüne düşmüş, kirlenmiş minik yüzü, Küçücük omuzları zor taşıyor bu başı, Sevgiyle okşanmaya, nasıl da hasret o baş, Korku ile gizlemiş gözlerindeki yaşı. Evi oyuncakları, okulu, arkadaşlar, Hepsi hoş bir rüyaymış, şimdi kâbus görüyor, Nasıl da muhtaç şimdi, bir tas sıcak çorbaya... Bu soğukta üşürken elleri ve yüreği Sarılmış sırtındaki yırtık pırtık urbaya... Ana, baba özlemi ve memleket hasreti Ağzından çıkamayan o sessiz sözlerinde, Göçmen kuşlar uçuyor mahzun bakışlarında Ve bir damla yaş parlar o siyah gözlerinde... Verin, varlığınızın ucuz bir sadakası Sevmenizden vazgeçtim, bir bakışlık merhamet, Aşağılayarak bakıp, daha fazla ezmeyin, Kaderi üzmüş zaten, daha fazla üzmeyin... ’Boğulsunlar, ölsünler, tek, bize gelmesinler’ Bunu diyen Avrupa, Merkel adlı bir madam, Ve hâlâ konuşmuyor Vatikan’daki adam... Hani, nerde kilise, nerde sizin haçınız Yumuşak minderlerde gömülüyken kıçınız Umurunuzda mıdır, boğulanlar, donanlar İnsanca düşünenler, varsa, yüzde kaçınız? Ey, batının duyguyu yitirmiş robotları, Rahatınız kaçmasın, bu mudur niyetiniz? Varsın karnı aç ölsün, size değmesin, yeter... Yerin dibine batsın, bu utanç veren niyet, İstenen çocuk canı, rahatınıza diyet, Ey tek dişli canavar, ey, çökmüş medeniyet.... Egenin sularında çok Aylan bebekler var, Dibe çöküp kurumuş, açamamış goncalar... Ve onlardan geriye kalmış zavallı çocuk, Sen, doymayan hırsların, savaşın kurbanısın. Üzül, ama utanma bu perişan halinden, Sen yazmadın kaderi, ko, yazanlar utansın, Sana sırtını dönen insaniyet utansın, Bu ruhsuz ve kokuşmuş medeniyet utansın... Ey, esmer tenli çocuk, mutlak yaşamalısın, İntikam için değil, ilkeler için yaşa, Dünyanın mel’âneti sırtına yüklenmişken, Zor ama, ayakta kal, kendin ve ülken için Erdemli ol, bu senin yolundaki tek çıkış, Benim verebildiğim, yalnız bu sıcak bakış... Ünal Beşkese |