İşte bu itirafımdır, şarkılara sığıntı
’Sevda’ derdi anam,
’Ömür törpüsüdür, aman!’ “Dışarıda insanlar ve sokaklarda melekler aradım” ben de, doğruya doğru. Masmavi geceyarılarında yastıklara emanet bırakıp bölünmüş düşlerimi Ateşböceği aşklarıyla koştum sabahçı kahvelerinin otuz mumluk ampullerine. “Bırakma beni, gidemeyeyim” li şarkıların ‘ahh’ lı meyanları en çok benim canıma okumuştur o ara. Beynimi burgaçlayıp sabahlara dek “eski fotoğraflardan oyulmuş” yüzler yapıştırdım kendime. Temmuz akşamlarında mumunu yitirmiş Diyojen deliliklerle koşturdum; “hep karanlık” Gözlerimde hüznün “ne yeşili, ne siyahı” özlemden, umuttan arta kalanın yoktu rengi çünkü. Ölene dek yaktığımız tek yürek ağrısı iken “sitem” (yanıp gidiyorum ulan) “bir ah” diyeyim, yetsin. ( Çekeyim dedim elimi gönül işinden, razı olayım kimsesizliğime yalnızlığımla sevişip ölürüm bir gün elbet; cinnetim alır beni sonunda en büyük aşka, hiçliğe falan… ) Gelinlik kızların kırk karınca yuvasından topladığı ‘murat toprağı’ gibi bakir, esrik bir sevdaydı avuçlarıma ufalanan ama… Ama, bir de “yağmurun elleri bile bu kadar güzel olabilemezdi” Bu şarkı böyle miydi yahu? |