anlatsana biraz
güvercin yağmış avlularda, kirlenmiş taşlarda
sekerek çizgilerini çeken çocuklar hercai kıbleli inançların kozasında ilmek kalabalığın güneşe yaslanan gölgesinde çığlıklarla katıldığınız oyunlar bu avludan, bu taşlardan, bu kalabalıktan kısalarak sürecek başkalaşmış kanatlarıyla sürünerek belki, endülüs’e kadar banklarda oturan siyah çoraplı fahişeyi gözüm bezm-i elest’ten ısırıyor sol yanını verip doğuya osmanlıca esen batı rüzgarlarına fısıldıyor: ’ruhumu asla’ cebimde zührevi paralarla onu ıtrî’ye ithaf ediyorum yıkık mevlevihanenin dolaylı güneyinden geçip giderken kuledeki saatin çarkları öylesine büyük parantezlerle sıkıştırıyor ki soluk soluğa ölen miâdı yağmurların yalaklarında eskimiş sularla kırklanmak dürtüsü açlığımı bastırıyor kent meydanına saplanan heykellerin ve diğerlerinin kuzeyini tutan kırağıyı görmezden geliyorum (yüzümün kil tabletine çizilen tapınmanın ardında bıraktığı melanet gülüşünü buradan alır unutulan alfabesine sarılarak belleksiz bakışlardan anlıyorum) evler mahremiyetin büyük kaleleri rubik küp dağınıklığıyla biten seferlerimi saklayın görmediklerimi. |