Kır Çiçekleri - Onur'lu Adam
Beden denilen,
Kemik ve etten, Ayak ve ellerden, Kulaklar ve gözlerden oluşmakta ise de İnsanı insan eden Onurdu; İnsanlık onuru. Babası da bilerek Adını Onur Koydu. İlkokulu köyünde okudu. On yaşında kuzu gütmeyi On ikisinde ekin biçmeyi öğrendi, tırpanla. Ortaokulda tanıştı gecekonduyla. Lise de arkadaş oldu kitaplarla. Yaz tatili geldiğinde çıraktı, Kilosu kadar çekiç salladı üç kuruşa... Üniversite de düşünmeye başladı. Doğduğu yaşadığı yerleri Anasını, babasını, İş ve ekmek kavgasını, Artı değeri, sömürüyü. Yurdunu çok severdi fakat, Fikirleri tehlikeli dendi. Derken eylül geldi, hoş gelmedi. Ufukta düşünceye kelepçe, duvarlar,mahpushane... Attılar kalın duvarlar arasına. O henüz alışamamıştı ama Duvarlar sanki kırk yıllık dosttu onunla. Üç kişi yattılar tek kişilik ranzada. İçeri loş ve karanlıktı; İçi inançlı ve aydınlık. İşkenceye, açlığa, Direndi açlıktan kuruyan bağırsaklarıyla. Livaneli’den bir türkü idi ağzında Çiğniyordu açlığını bastıra bastıra. “Leylim ley de leylim ley!” Ve üzerine bir yudum Ruhi Su İnanılmaz doyumdu. Türküdeki gibi aldırmadı gönlü. Bu günler de gelir geçerdi. Yani içerde olmak değildi tek derdi. Aldırmıyordu mahpusluğuna. Dışarıdaki duvarlar takılıyordu aklına. Emek verilmişti duvarlara, Yüksekti duvarlar, Duvarların üzerinde Dikenli tellerden örülmüş ağlar. Ne böcek var üstünde ne de kuş konar. İçerde her yaştan ve her türden insan, Dışarıda bağrına taş basmış analar. Birçoğu baraka Arada beton binalar,soğuk ve kara... Ve binaların arasında ince uzun yollar. Yolların kenarları, çirkince budanmış Eğri büğrü çamlar. Köşelerde üzerinde “çöp” yazılı bidonlar. Ve hiç açlık yokmuş gibi şu kahpe dünyada İçleri yemek artıkları, Ekmek artıkları En nefret ettiği de Yurtsever damarının büküp çöpe attığı USA damgalı çatal kaşıkları. Onur’un kabaran yurtsever damarları diyordu ki: Bizde metal ve de makineleri yoksa Şimşirde mi yoktu çatal kaşık yapacak. Ancak gereken Bu damarları kontrol altına almaktı, Zira düşünmek yasaktı. Belki bir kır çiçeği daha koparılacaktı dalından, Böyle "tehlikeli düşünceler" den yağlı urganla Belki de asılacaktı Deniz misali,Aslan misali,İnan misali Misal, misal, misaller... Ana sütüyle beslenen, Etten ve kemikten yapılı beden Yağlı ipten ya da ölümden değildi ama Korkusu gürültüye gitmektendi. Şu eylülün karanlığında... Karar verdi: Dağarcığında bırakıp "tehlikeli düşünceleri" Baharı ve doğayı irdeleyecekti. Kim bilir tehlikeli fikir de üretmeyecekti. Denedi; Toprağa düşecek bir tohumdan İnce nazlı ve umut veren bir fidan Ya da bir buğday tanesi Karanlık toprağı delecek, Göğe doğru yükselecekti. Belki ekin biçilecekti fakat; Bir tohum yüzlercesini verecekti. Ya da fidan budanacak, Budandıkça gürleşecekti. Belki dalları eğilecekti büyümesine inat. O zaman da daha çok çiçek verecekti. Ve koca ağaç olacak, Toprağa kök salacaktı Kır çiçekleri ise özgürce yaşayacaktı... Ağaç ve insan, Ağaçta kök ve gövde, İnsan da beden. Ancak ağaçtan farkı vardı; Düşüncesiydi kökünden sökülmek istenen. Tarihin bütün kepçeleri denedi, Bedeninde uygulandı, bilinen bütün işkence yöntemleri, Onur denilen şey tükenmedi, yenilmedi onursuzluğa. Etten ve kemikten di beden İnsanoğlunu yücelten ise Onur’du. Onur Eylül’ün zifiri karanlığını da atlattı, Şimdi kocaman adam oldu, Kır çiçeklerine özlem duyan, Onur’lu adam. Işıldayan Bot’tan - düzeltilmiş-C.Eroğlu |
Çok güzeldi şiir bir solukta okunası...
Kutlarım.