VE GİTTİ ÜSTADIM
VE GİTTİ ÜSTADIM
Ve gitti üstadım; Seve seve değil, söke söke gitti. Öve öve değil, döve döve gitti. Bağırta bağırta götürdü kendini benden. Pardon! Beni benden. Öyle çok acıttı ki canımı giderken, evladını yitirmiş bir anne gibiyim. Hani her ölümün bir tabiri vardır ya üstadım. Annesi ölene öksüz, babası ölene yetim, eşi ölene dul derler. Fakat evlat acısının bir tarifi yoktur. Gidişinin de bir tarifi yoktu üstadım. Evlat acısı gibi koydu. Gidişi tarifsiz bir acıydı.. Her gidişin bir bahanesi vardır üstadım. Ya da bir suçlusu... Sormadan yapamayacağım üstadım? Bu gidişin bahanesi neydi? Ya da suçlusu... Ben mi? O mu? Ya da ikimiz mi? Ya da hiç birimiz mi? Seni bilmem de üstadım bu gidişin suçlusu bizdik. İkimizdik... Ben onun yılan olduğunu bildiğim halde yüreğimi açıp, anahtarını ona verdim. O ise yüreğimin bu kadar hassas olduğunu gördüğü halde içime kıvrıldı. Sonra kalbime aktı, odalarında dolaştı. Zehrini akıttı ve gitti. Gidişlerin de bir dönüşü vardır. Ama o döndüğünde bıraktığı gibi göremeyecek beni üstadım. İntiharların eşiğinde, yalnızlıkların beşiğindeyimdir artık. Ölümle yaşamak arasında gidip geliyorumdur. Dönmeyecek biliyorum üstadım. Dönmeyecek ve bir daha gelmeyecek. Bu gidiş dönüş için değildi üstadım. Ölüm gibi gitti çünkü, zulüm gibi. Gitti sonunda üstadım. Acıta acıta, kanata kanata gitti. Gitti ve dönmedi. O gittiği yerden dönmez biliyorum, ama bir gün benim yolum onun gittiği yerlere düşerse ona diyeceğim ki; ‘’ Beni benden götürmüşsün lakin, kendini ben de unutmuşsun. Ya beni ver, ya kendini de al’’ Elveda üstadım! (ORHAN ÖZSOY’A TEŞEKKÜRLER) |