UMUT
Dağlar bir “gemici türküsü” söylüyor, adını çoktan unuttuğu kiremit kırmızısı dallarının köklerine.
Ellerin gök denizin göğsünde mermi çekirdeği dövüyor, mezar taşlarını okşayan bir annenin ayaları çocuk başı kadar. Öyle yitik Öyle paramparça Öyle biçare… Zamanın kolları bir düş yangısı, sabah günahsız bir mendil yutağında, Umut darmadağın. Ayak parmakları kalın, kanlı som bahar kuşlarının Gömgök bakışları alnımda kağıttan bir yıldız , Basacağım merdiven basamağının yolu yırtmaçlı. Yokluk, Yoksulluk , ekmek emek . Ateş böceklerinin yırtılmış aynalarına bakamam, Bakamam suratlarına. Temel başlarında böğürtlen turnası kalbim. Nefesim, ahlat ağacının tepesinde kemancının bam teli. Tenim, yufka yürekli bir asinin sahipsiz bıraktığı mezarlık. Ben mezarlık sevmem , en az kırk kez söyledim. Dokunmadan göz pınarlarıma , göğsümü kurut dudaklarınla. Pencereyi açık bırak. Gök yüzüme bakmadan, rahmimi deşerek öp beni Masal anlatan bir yalancı ol kanayan kıyılarıma. Unutmadan Papatyalar bırak baş ucuma, yarıda kalan çocuk zamanlı , bahçeli. Kalbinin köprüsünden düşür, denizine bırak beni. Elimi unut avuçlarında. Yolların kapılarını kilitle, anahtar sır olsun… Sol yanıma titreyen sesini bırak , tenime tenini. Şimdi ölebilirim sevgili, sensiz uçurum kanatlarımdan vurarak. Havva Kılıç |
Ha salkımlarda taneleri olgunluğa dönmüş üzümler, tebrik eder, esenlikler dilerim.