yetimler ağıdıhrant dink için yazılmıştır... yetimler ağıdı bunu sana nasıl söylerim hata benim günah benim suç benim dünyalar içinde dünyalar sevgilim ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan! bir travmam var kenarı hâreli yine hâreli geçti yine zulüm beni meydan başaklarım kanıyor uzun bir yürüyüşüm ben; bakın anlarsınız yol yorgunu gözlerimden şiircebimden beslenen tedirgin güvercin dayamış gagasını yavrusununkine eyvah ki hrant, bir vakitte göğerçinleri yemlemişti, seninki! kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini toprak insana gömülüyor, bodina da öldü sınırlar biraz daha kırmızı bütün karakamuları alaşağı eden bir bun bir bayraktın düştüğün yerde patikalar’ın açtığı bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine sular sınırları pasaportsuz geçer asıl azınlık yerkürenin kendisidir tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde çan ve ezan arasına gerili mahyada acıyı dengeler yazı: ah-ya! orda hrant, başı dumanlı ararat’ta ırağı bilmez bir yağız atla vardı oraya hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı yine de her damlada ürperir yaşlı ararat ne değişir hayatla karşılaşsan hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm içerdeydi ve sözcükler – ki onlardı ve öldüren idi ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun yaslandığım duvarın uğultusuydun beni sessizlikle açıklayan hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh! içini delmiş kuzeyli bir rüzgârın erguvan kalbine kuzu’layan bir güvercin beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe ağarmış bir gül var yakamda içimizdeki bahçelerden goncası bir yağmur kenti ne kadar ıslatır? - kanın insanı ıslattığı kadar ancak! neden ayakta ölür aylar? - kim bilir! ölümün yüzüne gülüyorsun bedenin kurşun geçirse de kanamasın yaprakları güllerin üşüyen sular ırmakların tenine karışsın akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat’ın beyaz bere bile ağlar çamurun işine iki damla göz yaşı düştü vurulunca sen pülümür’ün yaşsız kadınının gözlerinden oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını ölümsüzlük denizine sabaha karşı? fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin, ey! kulak zarımı kanatan antik öfke topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git! ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink’i de zehrini yağmalar karanlık sis peçesine çakılı çöller affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı ikinci emre kadar dökmek zehirli kanı ne cehennemi ne cenneti gurbeti de sılası da içindedir insanın ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük şimdi işgal altında son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak! ah ile eyvah ile geçiyor zaman dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan vart’a gül demişler, ağlayan kim iki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi artık kış çiğdemleriyle anacağız seni onlara kanınla, terin karıştı yüreğindeki tohumlar rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere kırık bir zamanda uçan güvercin üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını sen dostumdun benim gülünce güneşler açan bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam her akşam bir mektup yazarım ararat kadar unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi kuşların sabahından geçelim hrant çiçek tozları havalansın göklerimizden zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak ışık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi güvercin, toprağın düşüne kanat kimi ölülerin ayakkabısı delik ve sakalları saklanmış ertesi güne kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne bayrağa sararlar gözsüz yüzünü çorabını dikerler suç kime ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde ölümsüzlüğün resmini çocuksu, muzip, yakışıklı yüzün ki canlar içinde bir can kanlar içinde altı milyar insan! ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu dilini susarken anlıyordum, konuşurken birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken çatılara konan kırmızı güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım bir elim ötekini tutmasaydı o ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından şimdi kim bu uzak diyen diyen bu yalan bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin şu kurşun dökülmüş zaman bir ölüm şiirine eklensin diye gövdesiyle yazmıştı son dizeyi sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi kaç bin kerre öldük seni seni öyle sevdik, bağışla bizi bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları yürüyecek. anı: hiçbir şey kalmadığında su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan masum yüzünün görüntüsüdür dağılan kan kabuğun altında fokurduyor yeniden usanmış acısını sokakta gezdirmekten şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz- bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz hrant’tan sonra kokmasın bari ülkemiz aslında ne türk’üz, ne kürd’üz, ne ermeni’yiz öyle bir “baba”mız var ki hrant, hepimiz yetimiz! not: şiir, a. hicri izgören, adnan satici, ahmet ada, ahmet günbaş, ahmet telli, ahmet uysal, akif kurtuluş, altay öktem, altay ömer erdoğan, arif damar, asuman susam, ataman avdan, aydın şimşek, betül tariman, bilsen başaran, bülent güldal, celal soycan, cezmi ersöz, cihan oğuz, dinçer sezgin, enver ercan, fadıl öztürk, fergun özelli, fuat çiftçi, gonca özmen, gülten akin, gültekin emre, halim şafak, halim yazici, haydar ergülen, hayri k. yetik, hüseyin peker, hüseyin yurttaş, ilhan tülman, ilker işgören, i.mert başat, kadir aydemir, k. iskender, mahmut temizyürek, mavisel yener, mehmet atilla, mehmet can doğan, m. mahzun doğan, m. mazhar alphan, m. sadık kirimli, mehmet sarsmaz, mehmet mümtaz tuzcu, metin cengiz, metin kaygalak, mustafa özturanli, muzaffer kale, namık kuyumcu, nesimi aday, nevzat çelik, oğuz tümbaş, olcay özmen, onur akyil, orhan alkaya, özkan satilmiş, özlem sezer, pelin batu, rahmi emeç, salih bolat, sedat şanver, selim temo, sennur sezer, sina akyol, tarık günersel, tuğrul keskin, turgay gönenç, veysel çolak, yunus koray, yücelay sal vs zeynep uzunbay’ın hrant dink için yazdıkları dizelerden oluşmaktadır. |