EN SESLİ SESSİZLİK...Şiirin hikayesini görmek için tıklayın Bir coğrafyada;
Adlanmayan korkular izdüşümü, o zifiri karanlık. Eskimeyen mektupların yalnız kaldığı o köşeden sesleniyorum. Gölgelere emanet bıraktım seni ve hiç de yakınmadım gidişinin tesellisinde ağarırken gök kubbe.
Kâh gözlerimi yumduğum kâh esaretinde
Gürültülü bir yoksunluk kadar yüreğe dokunan, Kayıp da giden bir sanrının ardından akan Kanlı sağanaklar bilumum gölgelere yığıp da En sefil tezahüratı yer kürenin Çatlamış ar damarı bir kez, Ne eylesem de dur desem bu gidişe? Soluk bir tenden ibaret gökyüzü, En sesli sessizlik, notalar tokalaşırken Adsız bir güfteyle. Hadi boşalt sen de içindeki öfkeyi, demek Nasıl da beyhude bir ikrar: Yüzü olmayan izbelerde kaybolan onca imgeye Olur da denk düşerim ve seğirtirim en asılsız o tekil heceye: Aşk kadar doğurgan alabildiğine buyurgan, İndinde gönül telinin en kırık sesi, Duymazlar birilim, bir Allah’ın kulu. Sen deme bana sadece yum gözlerini En demli sızıda kayıp vermişim de bir kez Hem de nazarında kaybolmaktan asla imtina etmediğim Bir çetelede, soldan sağa üç kelime: Ben seni sevdim, demek mi yoksa akla zarar Hem de en asil pervasızlığını görmezden gelindiğim evrenin: Sol yanımda damıttığım üç beş nida kadar sıra dışı Bir kisvede yok sayıldığım ümmetin bedel ödediği Bir niyaz kadar sitem mi yüklüsün yoksa? Yoksa bu da mı bir hezeyan, Ant içtiğim tek bir cümle kadar değersiz Yeri geldi mi, gömdüğüm mazinin ıssızlığından arda kalan… Bir ümmet, bir kefaret; Sağanakların alıngan tınısında Kala kaldığım bir esaret. Gölgeli bir mihrak, bir yok oluş, bir hezeyan: En derin kuyuda sığ kaldığım bir devran kadar buyurgan, Gözlerimi alamadığım ışığı nasıl da yakıcı bir hüsran, Aşkın çetelesini tuttuğum ve ölüme çeyrek kala, Damıttığım ömrün tekerinde ince bir nidanın Maruzatı bilinmezliğin indinde: Tümden gelen bir ömre ettiğim bedduadan Milim milim yüreğe sızan. İmgeler seğirtirken aklın indinde, Olmazın oluru bir müebbedin hırçın efkârında Toz kütlesi rahvan satılmışlığı Gönülsüz mabedimin yanık teninde kavrulduğum Kaderin en gizil seyri: Devingen bir gölgenin ucu kırık sarnıcında, Aşkın garip mizacında Belki de terk edilmişliğin en densiz tezahürü: Bin bir geceden kayan bir yıldızın kayıp ruhu kadar da Yalın ve vazgeçemediğim bir tutku. Hanidir, pervazında başıboş bulutun En sakil yine de en rezil; Zevkine varamadığım keyfe keder bir yalıtılmışlık, Sondan bir evvel ölüsüne duyduğum zafiyet Şu benliğin metruk yalnızlığına delalet. Yine de doyamazken seyrine, Tökezlemek olsa da vebali, Bencileyin, deyip de çıktığım yolda; En silik ruhu okunmamış menkıbenin Dört duvarda kısılı kalmışlığından damlayan. Atlas yorganım, sığındığım, Gölgeli ve revnak bir ağaç iken dibine kıvrıldığım, Yine de başa alıp doyamadığım gözyaşım Karışırken toza dumana Ve sus payı bir söylenceden doğan rehavet. Hanidir asılı kaldığım o devrik gök kubbe, Devindiğim her bir katresi mağlup bir düş’ün, Düşünüp de içerken yıldızlı ve boyalı iksirini Berduş aşkımın Ve son, demekle yükümlü kılındığım En aykırı mizacı batıl ikrarın Gözünden kaçan en pervasız izlek: Bir elimde sükûtu yâd edip, Devrildiğim son tümsek. |