Alçak ruhlu olanlar para arar, yüksek ruhlu olanlar ise saadet arar. ostrovski
RIZALIK YOLU: Mustafa Kemal ATATÜRK'ÜN RIZALIK DEVLETİ
Rızalık Yolu, bireysel vicdanın toplumsal adalete dönüşümünü anlatan bir ahlak ve felsefe kitabı olacak. Köpek metaforu üzerinden insanın içsel dönüşümünü, hatasından dönme erdemini ve rızalık bilinci...
79. Bölüm

Tarihsel Materyalizm ve Rıza Metafiziği Arasında Bir Ütopya: Atatürk'ün İnsan-ı Kâmil Merkezli Devlet Projesinin Eleştirel Bir Analizi

30 Okuyucu
0 Beğeni
0 Yorum
Bir Metafor Olarak Köpek: İnsan Olmanın ve Rızalık Yolunun Anlamı

İnsanı yücelten, onu diğer varlıklardan ayıran temel özellikler nelerdir? Haktan ve hakikatten yana baş kaldıran, döktüğünü dolduran, ağlattığını güldüren, yıktığını yapan; bu yolda incinmeyen, incitmeyen, doğru söyleyen kişi, gerçek anlamda insan olma yoluna girmiş demektir. İşte bu yola RIZALIK YOLU denir.

Bu derin hakikati anlamak için verilen köpek metaforu üzerine düşünelim: Bir köpek kümese girer ve tavukları yer. Köpek bir hayvandır ve bu eyleminin iyi ya da kötü olduğunu bilemez. Onun için bu, sadece içgüdüsel bir doyumdur. Aynı şekilde, bazı insanlar da sûrette insan olabilir, yani insan suretindedir. Ancak yaptığı bir eylemin iyi mi kötü mü olduğunun bilincinde değilse, onun sîreti, yani özü itibarıyla hâlâ hayvani düzeydedir.

İnsan olma yolculuğu, kişinin yaptığı eylemin ahlaki sonuçlarının bilincine varmasıyla başlar. İşte o zaman sûrette olduğu gibi sîrette de insan olma yoluna girer. Fakat bu, kemale ermek için tek başına yeterli değildir. Asıl erdem, farkına varılan hatayı telafi etmekte ve o hatadan dönmekte yatar. Metaforumuzdaki kişi, yediği tavukların parasını, zarar verdiği sahibine öder ve onun rızalığını alırsa, artık sûrette insan, sîrette insan-ı kâmil olma mertebesine yükselir. Çünkü bu, sorumluluk bilincinin en somut ifadesidir.

Bu yolun özü, kişinin tüm sıkıntıları kendinden bilmesidir. "Ayağıma taş dolansa, kendimden bilirim." sözü bu derin hakikati ifade eder. Nasıl ki el, gövdenin kaşındığı yeri bilirse, can da kendi derdinin dermanını içinde taşır. Bu yolun yolcuları ikiye ayrılır: Ârifler ve kâmiller, daima özünü yoklar, kusurunu arar; cahiller ise daima kendini aklar. İnsan-ı kâmil, sürekli özünü yoklayarak eksiğini ve kusurunu bulur. Maddi veya manevi olarak zarar verdiği her mazlumun zararını, ziyanını tazmin eder ve nihayetinde rızalık yoluna girer. İşte esas olan da budur.

Peki, bu bireysel erdemler toplumsal düzeye nasıl taşınır? İşte bu noktada, Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında tesis ettiği laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti modeli, bu felsefenin bir yansıması olarak karşımıza çıkar. Atatürk, akla, mantığa, bilime ve fenne yakın olanı; sevgi, merhamet, vicdan ve ahlak sahibi olanı; hak, hukuk, adalet ve rızalık yolunda olanı; alın teri dökerek, emek harcayarak, değer üreterek helal kazanç elde edeni, kısacası gerçek anlamıyla İNSAN olanı merkeze aldı.

Onun kurduğu sistem, kula kul olmayan, özgür iradeli bireyler yetiştirmeyi hedefledi. İnsan hakları, yurttaşlık hakları, demokratik haklar ve özgürlükler gibi siyasi haklar ile bireyi güçlendirdi. Bu, metaforumuzdaki gibi, toplumu oluşturan bireyleri, eylemlerinin sonuçlarının bilincinde olan, haksızlık yaptığında telafi etme erdemini gösterebilen, birbirinin rızasını arayan kâmil insanlar haline getirme projesiydi. Atatürk'ün hedefi, insanın içindeki yaratıcı, özgür ve sorumlu cevheri ortaya çıkarmak ve "kümes"in dar kalıplarını kırarak, aklın ve vicdanın aydınlattığı uygarlık yolunda ilerleyen bir toplum inşa etmekti.

Sonuç olarak, bu metafor bize yalnızca bireysel bir ahlak dersi vermez; aynı zamanda nasıl daha adil, daha hakkaniyetli ve daha insani bir toplum olunacağının da ipuçlarını sunar. Yolumuz, önce kendi özümüzü yoklamak, sonra da verdiğimiz zararları telafi ederek kolektif bir rıza ile toplumsal huzuru inşa etmek olmalıdır. Gerçek kemalet ve gerçek insanlık, işte bu zorlu ama onurlu yolda gizlidir.

Öz: Bu makale, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 yılları arasında inşa etmeye çalıştığı "insan merkezli" devlet ve toplum projesini, Karl Marx'ın tarihsel materyalizm ve sınıf çatışması teorisinin merceğinden okumayı amaçlamaktadır. Çalışma, "köpek metaforu" ve "rızalık yolu" ile temsil edilen, bireyin öznel ahlaki kemale erme sürecini (insan-ı kâmil) merkeze alan bu felsefi-politik projeyi, Marx'ın maddi üretim ilişkilerinin belirleyiciliği vurgusu karşısında sorgulamaktadır. Makale, Atatürk'ün projesinin, Marx'ın "üstyapı" olarak tanımladığı alanda (hukuk, kültür, eğitim) köklü bir devrim yaparak "yeni bir insan ve yeni bir toplum" yaratmayı hedeflediğini argüman eder. Ancak, bu hedefin, altyapıdaki (ekonomik ilişkiler) sınıfsal dönüşümün yetersiz kalması veya farklı bir yöne evrilmesi durumunda nasıl bir gerilimle karşılaşabileceğini, psikolojik, sosyolojik ve felsefi boyutlarıyla irdelemektedir. Sonuç olarak, Atatürk'ün "rıza üzerine tesis edilmiş devlet" vizyonunun, tarihsel materyalist bir perspektiften hem devrimci hem de ütopik unsurlar barındırdığı tezi tartışmaya açılacaktır.

Anahtar Kelimeler: Atatürk Devrimleri, Tarihsel Materyalizm, Sınıf Mücadelesi, Rıza, İnsan-ı Kâmil, Üstyapı, Altyapı, Modernleşme, Laiklik, Ütopya.

Giriş: İki Farklı Hakikat Arayışı
İnsana dair iki temel sorgulama biçimi, modern düşünce tarihine damgasını vurmuştur. Birincisi, Karl Marx (1818-1883) ile zirvesine ulaşan, insanı ve toplumu maddi üretim ilişkileri, sınıfsal konumlar ve iktidar mücadeleleri üzerinden okuma eğilimidir. Bu bakış açısına göre, insanın "özü" onun sosyo-ekonomik varlık koşulları tarafından şekillenir; ahlak, hukuk ve din gibi olgular ("üstyapı"), bu maddi temelin ("altyapı") bir yansımasıdır. İkincisi ise, daha kadim bir geleneğe dayanan ve metnimizin çıkış noktasını oluşturan, insanı ahlaki ve manevi bir varlık olarak tanımlayan, onun "kemalete" erişme potansiyelini merkeze alan yaklaşımdır. Burada "insan olma" hali, içsel bir yolculuk, sorumluluk alma, hataları telafi etme ve nihayetinde "rızalık" ile taçlandırılan etik bir projedir.

Mustafa Kemal Atatürk'ün kurucu projesi, işte bu ikinci geleneğin modern bir devlet kurma pratiğine uyarlanmış halidir. Onun "fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür" nesiller yetiştirme ideali, "köpek metaforu"ndaki bilinçsiz hayvani durumdan, sorumluluk sahibi, öz-eleştiri yapabilen ve nihayetinde toplumsal rızayı inşa eden "kâmil insan"a bir geçişi hedefler. Ancak soru şudur: Marx'ın teorik şeması ışığında, böyle bir proje, ekonomik temelde köklü bir sınıfsal dönüşüm olmaksızın ayakta kalabilir miydi? Yoksa bu, üstyapısal alanda gerçekleştirilen devrimci ama nihayetinde altyapı tarafından kuşatılabilecek bir "ütopya" mıydı?

1. Teorik Çerçeve: Marx'ın Materyalist Diyalektiği ve Rıza Metafiziği
1.1. Marx: Altyapının Belirleyiciliği ve Sınıf Mücadelesi
Karl Marx'a göre, toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir. Bu mücadelenin dinamiği, üretim araçlarının mülkiyetine sahip olanlarla (tefeci-bezirgan, sanayici, toprak ağası - burjuvazi) bu araçlardan yoksun olup yalnızca emek-gücünü satabilenler (proletarya) arasında cereyan eder. Ekonomik altyapı (üretim ilişkileri ve güçleri), hukuku, siyaseti, dini, eğitimi ve kültürü içeren üstyapıyı koşullandırır. Üstyapı, genellikle egemen sınıfın çıkarlarını meşrulaştıran bir işlev görür. Marx için "rıza" kavramı, çoğu zaman bir "yanılsama"dır; proletaryanın kendi sömürüsünü kabullenmesini sağlayan ideolojik bir aygıttır. Gerçek kurtuluş, maddi koşulların, yani altyapının devrimci bir dönüşümüyle mümkündür.

1.2. Rıza Yolu: Üstyapıda bir Devrim Projesi
"Köpek metaforu"ndan yola çıkan anlayış ise, değişimi tam tersi bir yönden, yani üstyapıdan başlatmayı önerir. Burada problem, ekonomik sömürüden ziyade, ahlaki bilinçsizliktir. Çözüm, bireyin vicdanını ve aklını eğitmek, onu "sûretten sîrete", yani görünüşten öze doğru bir yolculuğa çıkarmaktır. "Rızalık yolu", bireysel sorumluluk, özür dileme ve tazmin etme eylemleri üzerinden toplumsal barışı inşa etmenin metodolojisidir. Bu, özü itibarıyla idealist ve etik bir projedir. Devlet, bu projenin en üst organizatörü ve müfredatını uygulayan aktör olarak konumlandırılır.

2. Atatürk'ün Projesi: Üstyapısal Devrim ve Kâmil İnsan Mühendisliği
Mustafa Kemal Atatürk'ün 1923-1938 arasındaki icraatları, Marx'ın terminolojisiyle açıkça bir "üstyapı devrimi"dir. Amacı, feodal ve teokratik bir imparatorluk enkazı üzerine, laik, demokratik ve modern bir ulus-devlet inşa etmektir. Bu inşanın merkezinde "yeni insan" modeli vardır.

2.1. Üstyapıyı Dönüştüren Devrimler:

Hukuk Devrimi (1924-1937): Medeni Kanun, Ceza Kanunu, laiklik ilkesi... Tümü, bireyi dini ve geleneksel cemaatlerin baskısından kurtararak, özerk, hakları olan, "kul" olmaktan çıkmış "yurttaş" statüsüne yükseltmeyi amaçladı. Bu, metaforik dilde, bireye "eylemlerinin ahlaki sonuçlarının bilincine varma" sorumluluğunu yükleyen bir zemin hazırladı.

Eğitim Devrimi (Tevhid-i Tedrisat, Harf Devrimi): Eğitimin laikleştirilmesi ve yaygınlaştırılması, "aklın ve bilimin yol göstericiliği"ni topluma aşılamak içindi. Hedef, "cahil" ve "kendini aklayan" değil, "ârif" ve "kendini yoklayan" bireyler yetiştirmekti.

Kültürel Devrimler (Kılık-Kıyafet, Soyadı Kanunu): Bu devrimler, toplumsal sîreti (özü) modern bir sûrete (görünüşe) büründürerek değiştirmeyi hedefledi. Görünüşteki tebaa kimliğini parçalayarak, modern bireyin inşasına katkı sağladı.

Atatürk'ün projesi, Marx'ın burjuvazi-proletarya ikiliğinden farklı olarak, toplumun tüm katmanlarını "kâmil insan" idealinde birleştirmeyi amaçlayan sınıf-üstü bir insanlık projesi olarak okunabilir. "Helal kazanç" vurgusu, kapitalist sömürüyü reddederken, "değer üretme" ve "emek" vurgusuyla da üretken bir burjuvazi yaratmayı hedefliyordu. Bu, oldukça dengeli ve ütopik bir denge arayışıydı.

3. Tarihsel Materyalist Bir Eleştiri: Projenin İçsel Gerilimleri
Marx'ın teorisi ışığında Atatürk'ün projesine baktığımızda, kaçınılmaz olarak bir dizi gerilim ve eleştiri noktası ortaya çıkar.

3.1. Altyapı-Üstyapı Uyumsuzluğu:
Marxist eleştiri, Atatürk'ün üstyapıda yaptığı radikal devrimlerin, altyapıda benzer bir radikal dönüşümle tamamlanmadığını iddia edebilir. 1923 İzmir İktisat Kongresi'yle öngörülen "milli burjuvazi" yaratma projesi, kaçınılmaz olarak bir sınıfın (ticaret burjuvazisi ve sonraki dönemde sanayi burjuvazisi) diğer sınıflar (köylülük, işçi sınıfı) üzerinde tahakküm kurmasına yol açan dinamikleri de beraberinde getirdi. "Kâmil insan" ideali, mülkiyet ve üretim ilişkilerinin yarattığı çıkar çatışmaları karşısında zayıf kalmış, üstyapıdaki "rıza" söylemi, altyapıdaki sömürü gerçekliğini örtmek için kullanılabilecek bir ideolojik araca dönüşme riski taşımıştır.

3.2. "Rıza"nın İdeolojik bir Araca Dönüşme Riski:
Metaforumuzdaki "rıza", gönüllü, kişisel ve etik bir uzlaşmadır. Ancak, devlet düzeyinde dayatılan bir "rıza" projesi, "zorunlu rıza"ya dönüşebilir. Tek parti döneminin jakoben modernleşmeci tavrı, "halka rağmen halk için" anlayışı, yer yer halkın gerçek iradesini (Marx'taki anlamıyla sınıfsal çıkarlarını) yok sayan bir nitelik kazanmıştır. Bu durum, devletin "kâmil insan" tanımını topluma yukarıdan dayatması ve farklı yaşam tarzlarını, sınıfsal tepkileri "cahillik" veya "irtica" olarak yaftalayarak meşruiyetlerini gasp etmesi tehlikesini barındırıyordu. Bu, Marx'ın "egemen sınıfın fikirleri egemen fikirlerdir" saptamasıyla paralellik gösterir.

3.3. Psikolojik ve Sosyolojik Bir Çıkmaz:
Proje, bireyden sürekli özünü yoklamasını, kusur aramasını ve hatasını telafi etmesini bekler. Bu, ağır bir psikolojik yük ve "kusursuz olma" kaygısı doğurabilir. Sosyolojik olarak ise, "kendinden bilme" ilkesi, toplumsal eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin yapısal nedenlerinin görülmemesine, tüm suçun bireyin omuzlarına yıkılmasına neden olabilir. Örneğin, işsiz kalan birinin bunu "kendi tembelliğinden" bilmesi istenebilir; oysa Marx, işsizliğin kapitalist ekonominin yapısal bir sonucu olduğunu söyler.

4. Sentez ve Sonuç: Devrimci bir Ütopyadan Ne Kaldı?
Atatürk'ün "rızalık üzerine tesis edilmiş insan merkezli devlet" projesi, Karl Marx'ın tarihsel materyalizmi karşısında son derece kırılgan ama aynı zamanda son derece iddialı bir ütopyadır. İddialıdır, çünkü insan doğasına dair iyimser bir varsayımla, sınıf çatışmasını aşabilecek ahlaki bir olgunluğu mümkün görür. Kırılgandır, çünkü kapitalist dünyanın acımasız maddi gerçeklikleri ve sınıfsal çıkarlar, bu tür etik idealleri sıklıkla içi boş bir söylemler yığınına dönüştürebilir.

Ancak, bu projeyi salt bir "üstyapı oyunu" olarak küçümsemek de hata olur. Atatürk, üstyapı kurumlarını (laik hukuk, milli eğitim, cumhuriyet) radikal bir şekilde dönüştürerek, altyapıyı da nihayetinde etkileyecek, onu sınırlayacak ve yönlendirecek bir kurumsal çerçeve inşa etmiştir. Bu çerçeve, Türkiye'deki sınıf mücadelelerinin, feodal bir mutlakiyetçilik içinde değil, en azından nominal olarak eşit yurttaşlar düzleminde ve laik bir hukuk devleti sınırları içinde (ne kadar sorunlu olursa olsun) yaşanmasının zeminini hazırlamıştır.

Son tahlilde, Atatürk'ün projesi, Marx'ın katı ekonomik determinizmini reddeder, ancak onun eleştirel aklını ve eşitlikçi idealini paylaşır. Marx, eşitliği üretim ilişkilerinin dönüşümünde ararken, Atatürk onu, üretim ilişkilerini de düzenleyecek olan, hukukta, eğitimde ve zihniyette bir devrimde aramıştır. "Köpek metaforu"nun bireysel ahlakı ile Marx'ın kolektif sınıf mücadelesi arasında sıkışmış bu proje, insanlığın ebedi ikilemini yansıtır: Değişim önce mi yürekte, yoksa önce mi midede başlar? Atatürk'ün cevabı, her ikisini de aynı anda dönüştürmeye cesaret eden, devrimci ve ütopik bir cevaptır. Bu ütopyanın kırılganlığı, onun değerinden hiçbir şey eksiltmez; aksine, onu yeniden düşünmek ve güncel koşullarda yeniden yorumlamak için bir davettir.

Kaynakça (Örnek):

Atatürk, M. K. (2006). Nutuk. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.

Berkes, N. (2003). Türkiye'de Çağdaşlaşma. İstanbul: Yapı Kredi Yayınları.

Marx, K. & Engels, F. (2011). Komünist Manifesto. İstanbul: Can Sanat Yayınları.

Marx, K. (2011). Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı. Ankara: Sol Yayınları.

Mardin, Ş. (2013). Türk Modernleşmesi. İstanbul: İletişim Yayınları.

Keyman, E. F. (2008). Modernlik, Laiklik ve Demokrasi: Türkiye'de Demokratik Açılımın Önkoşulları. In A. Ünsal (Ed.), 75 Yılda Tebaa'dan Yurttaş'a Doğru (ss. 63-72). İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları.

Gramsci, A. (2003). Hapishane Defterleri. İstanbul: Dipnot Yayınları. (Hegemonya ve Rıza kavramları için)

Fromm, E. (2017). Sahip Olmak ya da Olmak. İstanbul: İletişim Yayınları. (İnsan doğası ve varoluş biçimleri üzerine psikolojik analiz için)

Weber, M. (2012). Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu. Ankara: alter Yayıncılık. (Toplumsal dönüşümde kültür ve ideolojinin rolüne dair karşılaştırmalı okuma için)
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar
© 2025 Copyright Edebiyat Defteri
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.

Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.
ÜYELİK GİRİŞİ

ÜYELİK GİRİŞİ

KAYIT OL