Alaşehir Ortaokulu’nu okuduğum yıllarda bir yarıyıl tatili esnasında öğretmenimin verdiği ödevi hazırlarken aşağıdan Rasim ağabeyimin bağırmasıyla doğruldum. ‘‘Kazım, İngiliz anahtarlarını getirir misin? Ellerim yağlı, kapıları kirletmeyeyim şimdi.’’ Rasim ağabeyim de bahçede traktörün motor bakımını yapmaktaydı. Neredeyse bütün parçaları söküp ortaya sermişti. Küçüklü büyüklü parçalar dört bir yana dağılmıştı. ‘‘Dağıttık ama nasıl toplayacağız bilmiyorum.’’ diye kendi kendine söylendi. Ben de: ‘‘Ağabeyciğim, istersen yardımcı olabilirim. Ödevim de neredeyse bitti sayılır.’’ Böyle deyince Rasim ağabeyimin yüzünde sevincin izleri belirdi: ‘‘Yanımda durman bile bana büyük bir iyilik olacak. Konuşarak düşünmeyi severim, bilirsin. Şu an buna çok ihtiyacım var.’’ dedi. Bunun üzerine ben de: ‘‘Aynen, benden de o kadar valla ağabey…’’ dedim içimi çeke çeke… Rasim ağabeyim önündekilerle öyle meşguldü ki benim niye içimi çeke çeke konuştuğumu bile sormadı. ‘‘Bir mola versem iyi olur. İstersen şöyle iki kardeş biraz oturup sohbet edelim, ne dersin?’’ ‘‘Çok iyi olur valla ağabey, belki Türkçe ödevimi tamamlamama da yardımın olur. Böylesi benim canıma minnet valla… Öğretmenimin verdiği ödevin konusu şu: ‘‘Düşünmek Öğrenilir Mi?’’ Bununla ilgili bir kompozisyon yazmam gerek.’’ Elindeki motor yağını temizleyen Rasim ağabeyim bütün dikkatini bana verdi. Çenesini biraz kaşıdıktan sonra: ‘‘Hımm… Eveeet… Nereden başlasam acaba…’’ diye kendi kendine biraz söylendi ve sanki sınıfta ders anlatan bir öğretmenmiş gibi bir edaya kapılarak konuşmaya başladı: ‘‘Şimdi Kazımım… Düşünmek insanın en doğal yeteneklerinden biridir. Nefes almak, yemek yemek ve yürümek gibi… Hatta hayatta en çok yaptığımız eylem budur. Farkında olalım olmayalım, düşünmeden bir anımız bile geçmez. Mesela şu an sen ödevini düşünüyorsun, ben de traktörü nasıl tamir edeceğimi… Biraz sonra da ezan okununca ikindi namazına durmayı düşünüp abdest almak için muslukta soluğu alacağız. Hava kararınca da akşam yemeğinde ne yesek diye düşüneceğiz belki. Bu gibi şeyleri herkes her an düşünür. Bunlara gündelik düşünme deriz.’’ ‘‘O zaman Rasim ağabey, düşünmek ‘‘öğrenilen bir şey olmuyor mu? Ben bunları düşünmeyi sonradan öğrenmedim çünkü.’’ ‘‘İşte Kazımım, bundan dolayı zaten işin zor kısmı da burası ya… Az önce bahsettiğim gündelik düşünmede öğrenilmesi gereken pek bir şey yok. Zor olan soyut düşünmedir. Gerçeğe ulaşma çabası da denebilir buna… Kendine göre bir sistemi vardır ve bu sistemin öğrenilmesi gerekir. Sistemli ve sağlıklı düşünme ilk insanla başlayıp hala devam eden uçsuz bucaksız bir konudur. Nereden başlasam bilemedim şimdi… İster misin sana biraz düşünce adamlarının kullandıkları yöntemlerden bahsedeyim?’’ ‘‘Elbette isterim. Benim canıma minnet valla… Zira bu konuyla ilgili şeyleri Halkevi’nde okuduğum kitaplarda görürdüm ve hep ilgimi çekerdi.’’ ‘‘Sokrates’i duymuş muydun? Bilinen ilk düşünürlerden biri. Sokrates; kendini, insanları vızıltısıyla uyandırıp harekete geçiren bir at sineğine benzetirmiş. Aslında düşünce de böyle bir şey… Önce insanı huzursuz eder. Adeta içine düşen bir kurtçuk gibidir. Yolunu bulamazsa aklından çıkamaz. Seni gıdıklar durur.’’ ‘‘Aynen beni de çok gıdıklıyor, kafa karışıklığına sebep oluyor arada sırada…’’ dedim ben de. Rasim ağabeyim derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya devam etti: ‘‘Doğru yöntemleri ve araçları kullanarak o kurtçuğu doğru yolu bulmaya ikna edebiliriz. Atıyorum Sokrates’in yöntemi soru üzerine sorular sormaktı. Bu yöntemle insanların akıllarındaki çelişkileri ortaya çıkarırdı. Sonra da bu çelişkileri bir bir ortadan kaldırarak herkesin aklına yatabilecek sonuçlara ulaşmaya çalışırdı. Yani öğrencilerinin kafalarındaki kurtçuklara çıkış yolunu gösteren bir araçtı Sokrates’in yöntemi. Adeta insanın beynindeki nöronlar gibi…’’ Birdenbire gözüm, az ötede yere serili mekanik parçalara takılmıştı. Kendimi tutamadım ve sordum: ‘‘Şu traktörün beyni gibi mi yani?’’ Rasim ağabeyim gülüverdi ve devam etti: ‘‘Yani, benzetilebilir ama daha başka bir şey anlatmaya çalıştığım şey benim… Var mısın bir deneme yapmaya? Ben Sokrates olayım, sen de öğrencim ol. Seninle bir analiz yapalım.’’ ‘‘Olur!’’ ‘‘Ben seni sorularla yönlendireceğim. Sen de fikir yürüteceksin.’’ ‘‘Tamamdır!’’ ‘‘Bana izah eder misin? Neye benzer bir insan?’’ ‘‘Bana benzer!’’ ‘‘Sen kimsin, nesin sen peki?’’ ‘‘Ortaokul öğrencisiyim. Adım Kazım!’’ ‘‘Peki senin bir adın olmasaydı da sen yine insan olur muydun?’’ ‘‘Elbette, zira kolu, bacağı, kafası olan birisiyim. Benim bir bedenim var! Ayrıca kolu bacağı olmayanlar da insan olabilir zira bir insan kolsuz ve bacaksız da olur lakin kafasız olmaz. Ama bu hayvanlar için geçerli değildir zira onların kafasının olması onların insan olduğu anlamını taşımaz. Zira burada kafadan kasıt düşünme ve düşündüğünü ifade etme gücüdür. Bizi insan yapan da budur.’’ ‘‘Aynen Kazımım, çok güzel anlattın! İşte düşünürlerin de benim motora yaptığım şeye benzer yöntemleri vardır. Mesela ben şu gördüğün aletler yardımıyla motoru söküp topluyorum. Düşünürler de sağlıklı bilgiye ulaşmak için bazen kelimelerin anlamlarını küçük parçaya ayırırlar ve bazen de küçük parçaları toplayarak bütün haline getirirler…’’ Heyecanla söze karışıp Rasim ağabeyimin sözünü keserek devamını da ben getirdim: ‘‘Aynen ağabey doğru dedin hatta bu yöntemlerin ilkine tümdengelim ikincisine de tümevarım deniyordu. Bu gibi yöntemler kullanılarak yürütülen düşünceye de analitik düşünce deniyordu. Halkevi’ne gittiğimde okuduğum bir kitaptan hatırlıyorum. Hatta parçalara ayırmak da en az parçaları bir araya getirmek kadar kolay olmayan, bir sürü şey bilmeyi gerektiren bir işlemdir. Motoru sökmek için bile bir sürü şey bilmek zorundayız. Yoksa parçayı sökerken mazallah kırılır. Sonra parçaların bağlantı noktaları muhakkak bilinmelidir. Tümdengelim de böyledir. Belli bir bilginin doğruluğunu kabul ederek yola çıkılabilir ancak…’’ Rasim ağabeyim benimle gurur duyarcasına bir yüz ifadesiyle ‘‘İşte budur!’’ der gibi bakarak beni alkışladı ve gayet eğitici bir tavırla konuştu: ‘‘Tümdengelim, düşünürken bütünden parçaya doğru ilerlemek anlamındadır. Önce elinde herkesin bildiği ve kabul ettiği ispatlanmış bir bilgi olmalı. Sonra bu bilgiden hareket ederek daha özel bilgi parçacıklarına ulaşırız.’’ Ben de bunun üzerine başparmağımla orta parmağımı şaklatarak: ‘‘Aynen abi, mesela şöyle bir durum var. Herkes sıcaklığın madenleri genleştirdiğini bilir. Herkesçe kabul edilen ispatlı bir ilkedir bu. Demirin bir maden olduğu da bilinen bir gerçek. O halde demir de ısınınca genleşir, diye bir sonuca varabiliriz. Ezcümle yeni bir bilgiye ulaşabiliriz. Kısaca böyle bir şey tümdengelimdir.’’ Rasim ağabeyim de: ‘‘Aynen dediğin gibi kardeşim, öteki de tümevarım. O da tam tersi. Tek bir örnek üzerinden genelleme yapılır. Mesela bir otomobilin hareket halindeyken durduğunu görürüz. Bu gözleme dayanarak deriz ki: ‘‘Hareket halindeki her cisim sonunda duracaktır.’’ Bir olaydan kural çıkarırız.’’ diye ekleme yaptı. Ben de gayet memnun kalarak Rasim ağabeyime teşekkür ettim ve ayağa kalkarak: ‘‘Şimdi bu konuştuklarımızın hazır tesirinde kalmışken unutmadan ödevimin başına geçeyim. Ödevle ilgili kafam çok karışıktı ve bu konuşma ödevim açısından bana çok faydalı oldu.’’ dedim. Rasim ağabeyim dağıttığı motorun parçalarını birleştirirken ben de kompozisyon ödevimin başına geçip tamamladım.
Edebiyatdefteri.com, 2016. Bu sayfada yer alan bilgilerin her hakkı, aksi ayrıca belirtilmediği sürece Edebiyatdefteri.com'a aittir. Sitemizde yer alan şiir ve yazıların telif hakları şair ve yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Sitemiz hiç bir şekilde kâr amacı gütmemektedir ve sitemizde yer alan tüm materyaller yalnızca bilgilendirme ve eğitim amacıyla sunulmaktadır.
Sitemizde yer alan şiirler, öyküler ve diğer eserlerin telif hakları yazarların kendilerine veya yetki verdikleri kişilere aittir. Eserlerin izin alınmadan kopyalanması ve kullanılması 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasasına göre suçtur. Ayrıca sitemiz Telif Hakları kanuna göre korunmaktadır. Herhangi bir özelliğinin kısmende olsa kullanılması ya da kopyalanması suçtur.