’gökyüzü bazen ciðerime doluyor’
geldin
týrnaklarýmla aþk’ý kanatýyordum –damarlarýndan- tam da
aþk’ýn baðrýndan bereket fýþkýrýyordu bereketsiz lisanýma
kopuk bir aksanla kahkahaya gömülürken alaycý bakýþlarýn
ben kendi repliðimi ezberliyordum sana inat, son provada
bilmiyordun
kendimi tekrar etmekten yorulduðumu
bir kez anlasaydýn içimin ‘þerha þerha’ yarýldýðýný
bir kez kutsal ittifaklarý, yorgun savaþlarý býraksaydýn
ilahi adalet diye avaz avaz feryat etmeseydin el-aleme
ayýlsan diyorum artýk derin sandýðýn uykudan
kör sandýðýn kuyudan baðýrsan
ben duyarým seni
ben duyarým her zaman aðlayan kalplerin sesini
bugüne kadar dinmediyse us’suz dermanlarým
bir anlamý olmalý bu anlayýþsýzlýklarýnýn
sýzýlarýmý yorma yalancý ümitlerinle
gerçek umutlar armaðan et artýk avuç içlerime
yahut us’lu yalanlar ezberle, inanýrým ben!
unutma
her nehir kendi içine dökülür en çok
okyanusa kafa tutar da kimse anlamaz
gözü kara deli cesaretini görmez kimse
biliyorsun
ben hep küçük hayaller kurdum
karþýlýklý birer dize den’siz þiir içimlik
heveslerle, heveslerce, hevesle…
yanýlgým
görmeden de sevebilmekti seni
ben ne bilirdim
görmezken de ölünebileceðini
ölünce anladým
sýð sevgimin fazla derine indiðini
hadi bir ýslýk çal þimdi ýlýk ýlýk aksýn içime
hani gidenlerin ardýndan yakýlan aðýtlar gibi
mýzýkacý ve mýzýkçý olsun rengi
ve siyah kuþlar ötüþsün dilinde
fulya/nisan2011