- 621 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
PLASTİK HAYATLAR-4
Gece konmuştu işgalci evler belediye arazisine. Gece, koyu karanlığında saklayıp koruyordu çaresiz insanları. Güne çıkmak adına, karanlık işlere bulaşıyordu komşular, akrabalar el birliğiyle. Sokak boyunca, sırt sırta vererek dizliyordu temelsiz kulübeler. Dört duvar örtüyordu fukaralığın başını bir gecede. İki belediyenin mücavir alanındaydı mahalle. Mahalle, bağlı olduğu belediyenin sınır çizgisindeydi. Bu durum eskinin kıt imkânlarıyla birleşince, belediyenin denetimi zorlaşıyor, çaresizleşiyordu.
Annem, anlatırdı. Aceleden farkına varamayıp, pencerelerin birini ters koyduğunu sabah fark etmiş babam. O gün gelen zabıta ekipleri farkındaydı, mahallenin ve insanların çaresizliğinin. Bakıp babamın ters taktığı ve dışarıdan açılan pencereye önce gülmüş, sonra içlerinden biri, söylenmiş anneme.
-Söyle o kocan olacak adama, doğru düzgün taksın pencereyi. Evinize hırsız girer. Dışarıdan açılan pencere mi olur? Uğraştırmayın mahalle polisini.
Mahallelerimizde hırsızlık vakalarına rastlanmazdı. Çalınacak bir şeyi yoktu insanların. Kapı kilitlemeyi çok sonra öğrenecekti mahalleli. Bizim evin en değerli eşyası o zaman annemin dikiş makinesi ve babamın radyosuydu. Gerisi bolca yatak, yorgan ve kap, kacak. Kalanı evin girişine dizilmiş rengârenk plastik çizme ve plastik su bidonları. Plastik bir hayattı sanki yaşadığımız. Plastiğin alabildiğince ucuz, ekonomik ve rengârenk kullanım alanıyla doluydu evler. Mahalle mutfaklarının porselen tabaklarla kesişmesi, siyah beyaz televizyondan çok sonraydı. Eliniz yatkın değilse kayıp, düşer porselen tabaklar. İnsan aklı, korunma içgüdüsüyle bazı kelimeleri, kendinden esirger. Sevmediğim kelimeler sıfatını hakkıyla taşır bu yüzden aklımın köşesinde; porselen bebekler, ata yadigârı porselen takımları, porselen diş kaplamaları.
Aklın çözme, anlama isteği çocuksu bir telaştı. Sevgi mi büyütüyordu çocukluğu, acılar mı? Annemin bana aldığı çıplak, plastik bebeğe elbise dikmeye karar verdiğin günü hatırlıyorum. Neden bizim çocukluğumuzun bebekleri plastik ve çıplaktı Müjgan abla. Şimdi neden aklım bunun sorgusuna duruyor? Başka çeşidini bilmiyorduk biz, ta ki Zekiye elinde o bebekle gelene kadar. Mahallenin kırtasiyesinde sadece bu bebekler, mahalledeyse sadece bu kırtasiye vardı. Vitrininden, yeninin renkli cazibesine kapılar açan. Burnumuzu camına dayayıp yeniye dair ne varsa gözlemlediğimiz tek yerdi mahallede. "Songül Kırtasiye" İsminin albenisini küf kokuları eşliğinde, özenle saklamış aklım. Çarşı denilen, Mahmutpaşa’yı henüz bilmiyordu annem. Ablamın benden beş yaş büyük olması avantajıyla, ablamdan daraltılan önlükle başlamıştım okula. Babam almıştı, siyah ayakkabılarımı Mahmutpaşa’dan. Her çocuğun ilkleri olmalıydı. Annem kırtasiyeden beğendiğim, kırmızı çantayı almıştı bana. Kırmızı çantayı, beş yıl sevgiyle taşıdım.
Anneme, bebeğime elbise dikeceğini anlatınca, kumaş parçalarını tutuşturmuştu elime. Her evde bir dikiş makinesi yoktu. Elbiselik kumaş alan kadınlar bizim evin yolunu tutardı. Annem söküğünü dikmeyi unutan terzi nidasıyla, kendi telaşını unutup geçerdi makinesinin başına. Geleni bekletmemek adına. Sohbetin eşliğinde dikilirdi, basma etekler, yastıklar, nevresimler, çizgili pijamalar. Para teklif edenlere kızardı, terzi miyim ben, diye. Yaz boyu bahçede kalırdı annemin makinesi. Acil işi olan, izin alıp kendi geçerdi makinenin başına. Daraltılan kıyafetlerden, yeni dikilenlerden artan parçalar; annemin diliyle "lazım olur bir gün, bir yere yama olur" diyerek, katlanıp saklanırdı. Bizim hayatımızda yamanacak ne çok şey vardı böyle... O zamanlardan aşinaydım "kenarına bak bezini al" diyen öğretici atasözlerine.
Bebeğimi kapıp gelmiştim, rengârenk basmalarla. İçlerinden sevdiklerimi, sormadan seçip ayırmıştın kenara. Seçimler insanı yaklaştırır mı? Sen beni sevdiğin için mi hissetmiştin seçtiklerimi, yoksa ben seçimlerine hayran mı büyümüştüm. Ah insan yüreği! Seçici olduğun ve seçtiğin şey elbette ki sevgiydi. Ah hayat; seçimlerimizi yaparken sevgiye dair olanları bizim seçmemize imkân tanısaydın keşke. En azından biz çocukken.
Merak, insanın aklına ara ara iğne batması gibiydi. Çocuklar meraklıdır. Her çocuk gibi benim de anlamak, öğrenmek, çözmek telaşım vardı. Büyümek istiyordum. Tüm soruların cevabını bulursam büyüyecektim. Geceden kalma hüzünlerini, güneşli bir yaz gününde sorgulamıştım, bilmeden.
-Annen, baban beni sevmiyor mu? Diye sormuştum, çocukça. Sorunun ağırlığına tezat düşen bir masumiyetle.
- ...
Suskuna cevap mıydı, eline batan iğne? Parmağından incecik sızan kana karşılık mı akıyordu sicim gibi gözyaşların? Canın çok mu yanmıştı? Yüzün bu yüzden mi acıyla gölgelenmişti? Bir iğne bu kadar mı can yakardı? Neden kaçıyorsun okuldan, "altı üstü bir aşı kızım" diyen annem. Bil ki bu kaçış hiç bitmedi. İğne almıyorum hala elime.
-Ağlama, demiştim.
Sarılıp sana, minik ellerimle silmiştim çaresizliğin gözyaşlarını.
Yalan bu, biliyorum şimdi. Avutabilmek kolay değil çaresizliğin gözyaşlarını.
-Onlar hiç kimseyi sevmiyor, demiştin
Kelimenin, imkânsız katılığı sesine yansımıştı. Hiç mi? Seni de mi? Diyememiştim. Üzgündün, ışığın sönmüş, canın yanıyor, sen ağlıyordun Müjgan abla.
Bu cevap susturmuştu ikimizi de. Konuşarak anlatamadıklarımızı, susarak anlamayı böyle öğretmişti hayat. Çaresizlikti başa çıkamadığımız, bizi susturan. Olanları unutmak adına birlikte susmuştuk. Madem unutmak vardı, ben seni neden unutamadım Müjgan abla. Sen, beni unuttun mu?
YORUMLAR
güzel bir edebi eser okudum dersem inanın.okumayı seven bir insan olarak çocukluğumdan beri okurum.Hele orta okulda okulun kütüphanesinin yarısını okudum dersem inanın.Bu nedenle yazılan bir eserin az çok güzelliğini önemini ve edebi değerini anlayabilirim.
bu nedenle bu hikayeyi çok güzel buldum.
Konusu çok önemli olmasada anlatım mükemmel.
sanırım bitti.tebrik ederim.