- 1097 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
RÜZGÂR ESTİKÇE OTLAR EĞİLİRLER.
“Şahinler sinek avlamazlar.”
Kimdir o şahinler?
Engin bilgilere sahip, asıl değerlerin bilincinde olup, boş ve amaçsız küçük şeylerin peşine takılıp zamanı boşa tüketmeyen, yüce amaçlar peşinde olan, asil insanlardır onlar. Bu sıfata en uygun kişiyi evrensel barışı düşünen, Atatürk’ümüzü örnek verebiliriz.
Kimdi o şahinler?
Gece gündüz gözünü kırpmadan, karda kışta, zemheri soğuklarda vatanı için nöbet bekleyen, düşmanın yurduna girmesi halinde canı pahasına yurdunu savunandır. Yurt toprağında yaşayan masum insanları koruyandır.
Basında teslim olan PKK teröristinden bir itiraf okumuştum:
"...Dağa çıktım karşımda 20 yaşında bir Türk Askeri vardı.
10 yıl sonra karşımda yine bir Türk Askeri vardı.
Yaşım 45 oldu ama hep karşımda 20 yaşında bir Türk Askeri buldum.
Anladım ki biz biteriz, ama TÜRK GENÇLERİ bitmeyecek.
Geldim teslim oldum..."
Nasıl göğsüm kabarmıştı, nasıl. İçimden dedim ki: “İşte gözünü sevdiğim Türk Genci bu.”
Bazen düşünüyorum. Bir beni, birde o beyni çocukluğundan beri yıkanmış kimliği, karşıma oturtuyorum. Onu hem sabırla dinliyor, hem de soruyorum.
Soru: Neden sana iyilik edene, gün gelir kötü davranırsın?
----Yanıt alamıyorum.
Soru: Neden o değerli büyüğümüze, bize kimlik kazandırmış tarihi kişiliği tam tanımadığın halde şiddetli öfke duyuyorsun?
Yanıt: din elden gidecek de ondan.
Soru ve yanıtı: Yanılıyorsun, o dinimizi yok etmediği gibi her inanca saygı göstermiştir. Yurdumuzun her şehrinde farklı dine inananların ibadet etmeleri için cami- Kilise ve havraların açılmasına izin verdi. Hatta Arabistan Kralı ve Suudiler 1926 senesinde, Sahabelerin mezarlarını dümdüz edip kaldırmışlardı. Daha sonra Hz. Peygamberin mezarını dümdüz edecekken; (-Prof. Nevzat Yalçıntaş’ın açıklamasına göre;)
Atatürk bunu öğrenince bir telgraf çekerek "Eğer bir tek taşına bile dokunursanız ordumu aşağı gönderirim" demişti. Bunun üzerine Suudiler Hazreti Muhammed’in kabrine dokunamamıştı.
Demek ki din elden gitmemiş. Bizzat onun tarafından o mübarek insanın doğduğu topraklarda korunmasını sağlamıştır.
Asıl Menemen’de "din elden gidiyor "diye halkı Cumhuriyete, Askere ve Atatürk’e kışkırtanlar dini alet eden hacı hocalar olmuştur. Öyle ki, devrim şehidimiz genç Kubilay’ın başını bağ testeresiyle kesenler de o hoca ve imamlardı.
Yanıt: Bilmiyordum, kim onlar?
Soru: "Tarihini öğrenmeyen, unutan yok olmaya mahkûmdur," sözlerini kim söylemiş?
Yanıt: Atatürk.
Soru: Bayrak kutsaldır, asla ayaklar altında çiğnenemez, çünkü bayrak bir milleti temsil eder, sözlerini kim söylemiş?
Yanıt: Atatürk.
Soru: Yurtta sulh, cihanda sulh, sözlerini kim söylemiş?
Yanıt: Atatürk.
Soru: Ee, demek ki Atamız savaşı değil evrensel barışı bizlere miras bırakmış. O halde senin ölmüş insandan bu derece kin ve nefret beslemen nedendir?
Yanıt: Bilmiyorum, ama büyüklerimden öğrendiğime göre o hilafeti yıkmış, Kuran ve dini yasaklamış.
Soru: Hımm, demek ki hocan sana eksik bilgi vermiş. Hilafeti yıktı, çünkü Hilafetin başındaki Halife yurdumuzu başta İngilizlere olmak üzere yedi düvele satmış, o yedi düvel Anadolu’yu işgal ederek milyonlarca masum insanımızı katletmiş, kadınlarımıza tecavüz edip, çocuklarımızı öldürmüştü.
Soru: Peki o halife nerdeydi, bütün bunlar yaşanırken?
Yanıt: Bunları ne anam ne babam ne de öğretmenim bana böyle anlatmadı. Onun Kuran Kurslarını kapattığını söylediler. Kuran-ı tanımıyormuş.
Soru: Peki mademki, böyle düşünüyorsun, o halde Atamız neden 1923 senesinde BMM açılışını Elmalı Hamdi Hocanın yazdığı Kuran-ı Kerim’i okuttu?
Yanıt: Öyle mi gerçekten?
Soru: Türkiye’de adı Mehmet olan, Ayşe olan vs yüzlerce insan yaşamaktadır. Şayet onların soyadı olmasaydı, kamuda veya bir kâğıt üzerinde onlara nasıl hitap edilecekti?
Yanıt: Kafam karıştı. Adam kötü bir şey yapmamış yahu... Bütün bunları gerçekleştiren insan Atatürk mü?
Soru ve yanıt: Ben sadece bir iki inkılâbını sana anlattım. Ve “O adam” dediğin kişi Türkiye Cumhuriyetinin Atası ve kurucusudur. Hem vatana hem de üzerinde yaşayan insanına, "Türkiye Cumhuriyeti" "Türk" diye birer kimlik, verdiği gibi atasını, yani Osmanlıyı da unutmamış, borcunu ödemiştir.
Kötü mü etmiş?
Yanıt: Hayır, en güzel ibadeti yapmış. Ve en güzel sadakayı ödemiş.
Soru: Gel seninle şöyle düşünelim: Sen hiç bilmediğin ve tanımadığın bir cenaze törenindesin, o tabut daha teneşir taşındayken hoca şöyle sorar cemaatine:
"Meftayı nasıl bilirdiniz?"
Herkes "iyi bilirdik" der ve dualar okunur.
Şimdi sana sorulsa, "Atatürk’ü nasıl bilirdiniz?" diye, ne yanıt verirdin?
Yanıt: Allah bilir... Günah olur bir ölünün ardından kötü konuşmak.
İşte bu!.. Hem günah topluyorsun, hem de bilip bilmeden, aslını astarına bakmadan ölmüş insandan nefret ediyorsunuz.
Doğruları akıl süzgecinden geçiren her Türk Vatandaşı mantığı ile hakikate ulaşacaktır.
Soru: Peki benim dedem İstiklal mahkemelerinde idamla yargılanmış ve bugün rahmetle anarken babam da Atatürk’e ve o zamanın adaletine lanet okuyor. O dedemi öldürmüş. Buna ne yanıt vereceksin öğretmen hanım?
Yanıt: Tabi ki, gerçekler ve doğrular zamanın kefesinde ağır çekecektir. Şimdi seninle geçmişi ve tarihi bilmeden doğruya ulaşmamız, babanın ve senin kemikleşmiş düşüncelerini kırıp, değiştirmemiz çok zor.
Ama bir yol var ki, o yol en doğru yoldur. Az önce seninle soru /yanıtla, nasıl ki yürek sesini bırakıp, akıl sesini dinledik. Yine aynısını başarabiliriz.
Soru: Nasıl yapacağız bunu? Ölmüş dedem geri gelmeyecek ki?
Soru ve Yanıt: Bak şu soruya öncelikle yanıt vermekle doğruya ulaşabiliriz. İstiklal Mahkemeleri neden kurulmuş?
Yanıt: Kim Kuran öğretmişse, kim sarığını kafasından çıkartmamışsa, kim Hilafeti savunmuşsa tutuklanıp öldürülmeleri için kurulmuş. Babam yalan mı söyleyecek, dedem de hocaymış ve o mahkeme kararlarından sonra idam edilmiş. Bu nedenle babam ve ben sevmiyoruz onu. Nefret ediyoruz Atatürk’ten ve İnönü’den.
Yanıt: İnsan bazı gerçekleri bilmez ve kulaktan dolma bilgilerle kin ekerse, nefret biçer elbet. İstiklal Mahkemelerinin neden kurulduğunu sana kısaca anlatacağım. Öncelikle şu sorularıma yanıt vermelisin.
Soru: Bir mahkeme niçin kurulur, neden dava açılır?
Yanıt: Hak aranır mahkemede. Suçlunun ceza görmesi için açılır.
Soru: Evet, bu doğru. Şimdi 18 Eylül 1920 senesinde ne sen yaşıyordun, ne de ben değil mi?
Yanıt: Yoktuk. Ben doğmamıştım. Ama babam yeni doğmuş... Ninem anlatırmış dedemin nasıl öldürüldüğünü...
Soru: Senin şimdi biraz o günleri düşünmeni rica ediyorum: Vatanın düşman işgalinde olsa, eşine, çocuğuna tecavüz edilip öldürülse, evin ocağın yakılıp yıkılsa, yurdunun her şehri, her köyü yangınlara verilse, en yakın komşuların bütün bunları yapan zalim düşmana yardım etmiş olsa, sende tanık olsan, bilsen, ne yaparsın?
Yanıt: Hiç acımam öldürürüm!..
-“Ee gördün mü bak, sende adaletin kılıcını kınından çıkarttın şimdi.”
Yanıt: Ama benim dedem bunların hiç birini yapmamış, hacca gitmiş hakiki müslümanmış. Dedem sarığı ve hoca kıyafetiyle dolaşıyor, diye yargılanıp öldürülmüş, buna ne diyeceksiniz?
Soru ve Yanıt: Anlatayım. İstiklal Mahkemeleri üç dönem sürmüş.
Birinci dönemde; nerede, nasıl hangi şehirlerde kurulacağına dair mecliste karar çıkartıldı. Ve Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı, Diyarbakır şehirlerinde mahkemeler kurulmuş.
İkinci dönemde; Kurtuluş savaşında düşmana yardım edenler ve isyan çıkartanlar yargılandılar.
Üçüncü Dönemde de; Şeyh Said ayaklanmasından sonra iç isyana dayanan bir hilafet ve saltanat yıkılmasına itiraz edenler türemişti. Ne vergi ödeyeceklerdi ne de kılık kıyafet ve şapka kanununu kabul etmiyorlardı. Hatta kurulan Cumhuriyeti ulu orta şiddetle eleştiriyorlardı. Hükümete karşı halkı ayaklandırıyor iç huzuru bozuyorlardı. Onları yargılamak için İstanbul ve Ankara’da Mahkemeler Kurulmuştur.
Soru: Savaştan yeni çıkmış, yangın sonrası küllerini temizlemekte olan bir Türkiye’yi yeniden yapılandırırken suçlular elini kolunu sallasalar mıydı? Sen ülkeyi yangından kurtaran bir lider olsaydın, nasıl davranırdın?
Yanıt: Tabi bende gebertene kadar döverdim, ama ibadet edenleri öldürmezdim.
Soru: Menemen’de halkı "din elden gidiyor" diye kışkırtan, genç öğretmen subayın başını kesip sokaklarda çocuklara bile teşhir edenler de ibadet eden cami hocalarıydı. Senin dedenin ne yaptığını bilmeden konuşmak yanlış olur.
Soru: Haklısınız. Peki, o Menemen’deki hocalar da öldürülmüş mü?
Yanıt: Tabi ki... Asıl baş kesen hoca efendi Kurtuluş Savaşı öncesi Aydın-Menemen-Akhisar’ı yakıp yıkan-öldüren Yunanlılara sığınmış ve Hıristiyan olmuş. Kısacası o mahkemeler boşuna açılmamış.
Soru: Anlıyorum. Peki, hangi suçlar, nasıl bir ceza almışlar?
Yanıt: Cezalardaki asıl amaç asker kaçaklarını cepheye döndürmekti. Öyle ki, yakalanıp yeniden askere alınanlar firarı yinelenince halka açık, doktorların gözetiminde utandırmak amacıyla hafif cezalar veriliyordu.
Soru: Halka açık o cezalar mı, o nasıl olmuş?
Yanıt: İbret olsun diye halkın toplandığı açık alanlarda, savaştan kaçanlara 40-100 kez değnek atılıp, asker künyelerine "kaçak" yazılıp, üçüncü kez kaçması halinde "idam" edileceği yazılırmış.
Kaçağın idam edilmesi en ağır cezaydı. Bunun dışında evinin yakılması, firari dönene kadar ailesinden birisinin kendisi yerine asker alınması yanında eğer yaşadığı mahallenin muhtarı veya imamı kaçağı yetkililere haber vermezse ağır para ve hapis cezası alıyordu.
Bir yandan rüşvet karşılığı "askerden kaçan insanı" himaye eden görevlilerin işine son verilip 15-25 yıl gibi ağır hapis cezası veriliyorken. Diğer yandan Asker kaçağını haber vermeyen, saklayan imam ve muhtarlar da türüyordu. Yerli ve yabancı azınlıkların da cezalardan payını aldılar.
Soru: Azınlıklar dediğin, şu Ermeni ve Rumlar mı?
Soru ve Yanıt: Evet onlar ve içimizdeki "hacıyım,hocayım" diye bilinen Müslümanlardı. Hatta işgalcilerle birlik olup, yağma, hırsızlık, tecavüz, gasp, binlerce silahsız masum insanımızı öldürmüşlerdir.1922 senesinde 1500 Türk insanını bağ testeresiyle keserek öldüren, 300 kadına tecavüz eden Yunanlılara yardım edenlerdir. Şimdi bu zalim insanların yaşaması hak mıdır?
Yanıt: Değildir. Yaşamak haramdır. Yaşatan da harama bulaşmıştır.
Soru: Lütfen söyler misin, düşmandan kaçılır mı?
Yanıt: Düşmandan kaçılmaz. Haklısınız öğretmen hanım. Dedem askerlik yapmamış, hep saklanmış, Arabistan’a gitmiş, birkaç yıl sonra yurda dönmüş. Biz onu hacıya gitti biliyorduk. Meğerse firariymiş. Şimdi anladım dedemin suçunu… Şimdi anladım namus ne demektir.
Soru: Bu vatan bizim, başka vatan var mıdır?
Yanıt: Yoktur. Vatani görev, namus borcumuzdur.
***
Sorular bitmez, lakin yanıtlar devam eder...
İşte İstiklal Mahkemeleri bu nedenle kurulmuş, bu nedenle 59 zalim ve hainler yargılanmış, idam edilmişlerdir.
-“Atatürk İstiklal mahkemelerinin fazla uzamasını istememiş ve daima geleceğe bakmamızı, bağımsız bir Türkiye olmamızı istemiş, ama hala onu anlamak istemeyen, anmak istemeyen insanların varlığı, düşünceleri üzüyor bizi.
Kardeş kardeşi kırdıran bir emperyal ve Siyonist düşüncenin esaretine girmeyi özgürlük biliyorlar.”
-“Haklısınız. Verdiğiniz bilgilere sonsuz teşekkür ederim öğretmenim.”
-“Ben öğretmen değilim. Tarihçi hiç değilim.”
-“Ama bu anlattıklarınız neydi?”
-“ Tarihi okurum. Öğrendiklerimdi. Bildiklerimi de size emanet ettim.”
-“Hayır, siz öğretensiniz. Bilgi bende değildi, şimdi sizden bana emanet edildi. Bende bilmeyenlere öğretip, emanet edeceğim.”
-“Teşekkür ederim, beni sakin dinleyip, doğruyu algıladığın için”.
-“Güneşi bulutlar gölgeler öğretmenim, ama elbet bir gün o bulutları kuvvetli bir rüzgâr savuracaktır. Cahilin de rüzgârı doğru bilgidir.”
**
Önemli olan doğru bilginin ışığında aydınlığa kavuşmaktır. Şap ile şeker bir değildir. Her ikisini nasıl ki, birbirine karıştırdığımızda; hangisi şeker, hangisi şap anlamakta zorlanırız, işte tarihin derinliklerinde yargısı bitmiş, kalemi kırılmış davaları gün yüzüne çıkardığımızda hoş olmayan tartışmalara zemin hazırlarız. Bu tartışmaları daha ileri boyuta taşır, kavgaların başlamasına, daha çok gelişip ruhsal dengelerin bozulmasına ve iç isyanlara neden oluruz. İşte Mısır, işte Libya, İşte Suriye, daha önce İran ve Irak’ta yaşananlar ve halen süregelen iç isyanlar, ölümler dünyanın gözü önünde yaşanıyor.
Yukarıdaki söyleşi benim bir kurgumdur. Zaman zaman karşıt düşüncede olan biriyle karşılaştığımızda doğruları belleğimizin raflarından indirip, kırmadan, kırılma korkusu olmadan, sabırla bilgi aktarımıyla başarabilir, doğru düşünen insanı kazanmalıyız. Gerçeği öğrendiği halde sırf inanmak istediği yanlış bilgiye sıkı sıkı tutunan, gururundan vazgeçmeyen insanlar tanıdım. Vazgeçmek yok. Yorulmak yok. Yılmak da yakışmaz bizlere. Yaşam toprağımızda hep ektiğimizi biçeriz. Bu nedenle ekilen tohum sağlıklı olmalı. Aksi halde; Kötü tohum eken, kötü ürün biçer.
Uzakdoğu felsefesi nasıldır, bilir misiniz?
“…Bu yıl bir tohum ektik seneye on ürün biçtik. Seneye on tohum ekeriz, yüz ürün biçeriz” düşüncesini benimsemişler.
Yaşamda kâh öğretmen, kâh öğrenci olabiliyoruz.
Konfiçyüs’e gelen bir dostu oğlunun asi ve huysuzluğu ile başa çıkamadığını, çok yorulduğunu, nasıl davranacağını bilemediği konusunda dert yanıyormuş. Usta bir siyasetçi olan düşünür çenesini sıvazlamış:
-“Zamanında rüzgâr olmalıydın” der.
Arkadaşı anlamaz ve sorar:
-“Nasıl?”
-“Ana babalar rüzgâra benzer, çocukları da ota… Rüzgâr estikçe otlar eğilir.”
Şimdi de, doğrularımızı, gerçeklerimizi,
Tarihimizi kinle değil
Bilgiyi sabırla ekme vakti,
Şefkatle esme vakti,
Barışla biçme vaktidir...
“Yurtta Sulh, Cihanda Sulh!” sözlerini tarihe altın harflerle yazdırmış, Mustafa Kemal Atatürk ve Mehmetçiklerimizin ruhları şad olsun.
Sevgi ve saygılarımla.
Emine PİŞİREN
2011-Aralık
YORUMLAR
emine pisiren
Teşekkür ederim.
"Zamanında ekin ekilir, zamanında ilaçlanır ve zamanında biçilir.
Aksi olursa hasatsız bahar ve yazlarımızı kötü kışlar karşılayacaktır.E.Pişiren"
Selam ve sevgiyle
GÖĞSÜNÜZÜ KABARTAN O ADAMIN 35 YAŞINDA DA 45 YAŞINDA DA KARŞISINDA HEP 20 YAŞINDA TÜRK GENCİNİ GÖRMESİ MİYDİ? O ADAM 15 YAŞINDAN BERİ 20 YAŞINDAKİ MEHMETÇİĞİ GÖRÜYOR KARŞISINDA, REVA MI BU? ÖZÜR...BU YÜZ KIZARTICI BİR GERÇEK ASLINDA... SÖYLEŞİ MÜKEMMELDİ (hayali de olsa)... SONUÇ BÖLÜMÜ İSE YAZININ EN BEĞENDİĞİM KISMI OLDU. USTA KALEMİNİZİ HER ZAMAN TAKTİR EDEN BİRİYİM (sık sık yorum yazmıyorsam da yazılarınızı rast geldikçe okuyorum) SAYGIYLA
emine pisiren
Mutlu ettiniz beni.
Sizin tarafınızdan yorumlanan yazım daha da anlamlaştı.
Saygıyla
emine pisiren
Teşekkürler
Saygıyla