KRAL VE SOYTARI
Kral mısınız soytarı mısınız?
Ne kralız ne soytarıyız diyenlerden misiniz?
Kralsanız vay halinize!
Soytarı iseniz küçümsemeyin zinhar!
Affedersiniz ama krala parmak atan diye bilinir argoda soytarı…
Sözlük manası itibariyle; söz ve davranışlarıyla halkı güldürüp eğlendiren kimse, maskara. Hileci, yaltakçı kimse, kaşmer. Padişah, kral ve prensleri eğlendiren şaklaban. Uyarlarsanız eğer günümüze de cuk diye oturur hemen.
Kral çıplak diyebilseniz bu düğüm çözülür, gerisi çorap söküğü gibi gelir. Lakin herkes korkuyor, çekiniyor. Bunu söyleyebilecek çocuk yüreği lazım. “Kral çıplak ey ahali” diyebilecek yürek lazım.
Nereden geliyor bu ifade okuyun şu fıkrayı: Kral bir gün soytarısından usanmış, soytarıyı çağırıp demiş ki, "bana öyle bir hata yap ki, özrün kabahatinden büyük olsun yoksa kellen gider, sana üç gün müsaade" Daha birinci gün, kral merdivenlerden çıkarken bizim soytarı gelmiş kralın poposunu ellemiş. Kral hışımla dönmüş ve bağırmış "Bre densiz sen ne yaptığını sanıyorsun" Soytarı yapıştırmış cevabı "Özür dilerim kralım ben sizi kraliçe sandım" Özrü kabahatinden büyük vaka bu işte… Yüz verirsen ayıya gelir eder halıya…
Kral mısınız soytarı mısınız?
Ne kralız ne soytarıyız diyenlerden misiniz?
Ne kadar soytarımız var, ne kadar kral olmaya özenenimiz var.
Bu yazıdan sonra kral ve soytarı olmak isteyenlerin sayısını merak ediyorum.
Meşhur fıkradır paylaşayım yazının ruhuna uygun olarak.
Kral bir gün soytarısını çağırmış ve canının patlıcan istediğini söylemiş... Soytarı aşçılara uzun uzun patlıcanın faydalarını anlatmış... Onlarca çeşit patlıcan yemeği yaptırmış... Ertesi gün Kral patlıcan yemekten bıkmış ve sofrada bir daha patlıcan görmek istemediğini söylemiş... Soytarı bu kez yine aşçıları toplamış karşısına, patlıcanın tokluk hissi vermekten başka hiçbir işe yaramadığından söz etmiş... Bir daha sarayda asla patlıcan yemeği pişirilmemesini istemiş...
Aşçıbaşı sinirlenmiş: “Be adam daha dün patlıcanın faydalarını anlata anlata bitiremiyordun, bugün yerden yere vuruyorsun... Hangi dediğine inanalım?”
Soytarı gülmüş: “Siz benim söylediklerimin hangisinin doğru olduğunu tartışacağınıza ne diyorsam onu yapın... Çünkü ben patlıcanın değil, Kral’ın soytarısıyım! Patlıcanı mutlu etmeye gerek yok, ama Kral’ı mutlu etmezsek, hiçbirimiz yaşayamayız!”
Krallar bugün sahiden mutlu, soytarılar şekil değiştirmiş olsa da yine ellerinden gelen her türlü şaklabanlığı ve şebekliği yapmada hüner sahibidirler. Onlar için hakikatin bir manası yok, sınır tanımaz bir naşeriflikle her türlü “taklavari ve amudakalkarvari” hareketleri hâl ve kal olarak yapıyorlar.
“soytarılık etmeden güldürebilmek seni
ekmek çalmadan doyurabilmek
ve haksızlık etmeden doğan güneşe
bütün aydınlıkları içine sezebilmek gibi
mülteci isteklerim oldu arasıra, biliyorsun
şimdi iyi niyetlerimi
bir bir yargılayıp asıyorum
bu son olsun, son olsun.” diye haykırıyordu Ahmet KAYA Ayrılığın Hediyesi’nde…
Soytarılık etmeden çalışabilmek, üretebilmek, belirli yerlere gelebilmek, layık olabilmek her türlü övgüye, her türlü sövgüye uzak olabilmek… Mümkün mü lale devrinde? Geldik ne hale? Ah bu şelale kafa ve gönül…
Herkesin bir soytarısı var; sirk sirk gezdirdiği… Kralların, paşaların, beylerin, ağaların… Sizler günümüze uygun unvan, rütbe ve payeleri de düşünün lütfen. Herkesin bir kralı var kuyruğuna takılıp dolaştığı, bağ bahçe kat konak… Mesele kral olabilmek ya da soytarı olabilmek değil günümüzde mesele adam olabilmektir harbice…
Gündüz gözüyle elindeki feneri insanların gözünün içine tutup ona böyle ne yaptığını soranlara şöyle cevap veren Diyojen aklıma geldi her nedense: “Adam arıyorum adam” diye… Şimdi Diyojen olmak isteyenler el kaldırsın! Tamam, mesele anlaşılmıştır. Hepimiz filozof olacağız.
Soytarı; onları güldürebilmek adına yaptıkları her espriye gülebilen, her konuşmaya alkış tutabilen her adımlarına paspas olabilen… Hamurlarını yalakalıkla sulayan, üç maymunu oynayarak hayatlarını ve makamlarını sağlama alan, ense köklerini 24 saat gösteren, yeri geldiğimi yedikleri kaba dahi pisleyen soytarılar… İşte halimiz budur paşam.
Kral, her türlü rezilliğe göz yuman, bulunduğu ve edindiği makamı zevke eğlenceye ve sefahate ayıran, etrafında 24 saat kendisini pohpohlayanları görmek isteyen ve onları şad eden, beş para etmez esprilerine gülünmesini arzu eden, her söylediği saçma sapan sözü alkışlayanı arayan zatı muhterem… İşte vaziyetimiz budur halkım.
Mayası sağlam, duruşu dik, alnı açık, yüreği engin, samimi, halis insanlarımıza selam olsun. Yalakalığa tenezzül etmeyen, haksızlığa boyun eğmeyen, hakka riayet eden, mazluma zulmetmeyen, güce tapmayan, paraya pula kul olmayana selam olsun. Aşağıdaki dörtlük size gelsin.
“Biz ne yalanız ne dolanız
Ne kralız ne de soytarı.
Alın şan şöhret sizin olsun
Biz sadece falan filanız.”
Soytarılık etmeden güldürebilmek, krallık yapmadan hükmedebilmek sana… Günde birden fazla tıraş olmadan -ki artık insanların birden fazla yüzü olduğu için böyle yazıyorum-karşına çıkabilmek, yanlışıyla doğrusuyla sana kendini tanıtabilmek ve hiçbir kimseye kul köle olmadan saf bir şekilde huzuruna çıkabilmek için “Ne Kralız Ne soytarı…”
Ne kralız ne de soytarıyız;
Adam gibi adamız amma velâkin…