- 1261 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
AHMET UYSAL'LA ""bAŞKa HAYAT" VE ÖTELERDEN GELEN AŞK
“Veysi gören gözleri gördüm gözlerimi ziyaret ediniz.” Hadisi Şerifi’nin yansıyan ışığı ilk olarak Ahmet beyle karşılaştığımızda gönlüme düşen seslerden biri oldu. Belki bu ses beni elimdeki kitabı bir an önce okuma ve sizlerle paylaşma isteğine kapılmama neden oldu. Ne alakası var diyebilirsiniz. Sanıyorum bu Ahmet beyle aramızda ufak bir sır, eminim ki o beni anladı.. Kitabı elime aldığımda ilk açtığım sayfada yer alan; “Merhabadan sonra / Değerli Gönüldaşım; Zaman eskir ruh yücelir, anılar tazelenir hüzün olur; zamanın ruhu satırlara nakşolur başka hayatlarda yaşar.” Satırları ve altındaki imza beni ilk etkileyenlerdendi. Gönüldaşlık bu hikâyede ortak noktamızdı. Ve “bAŞKa Hayat”ın satırları bu gönül yolculuğu seferine beni de kabul etti. Ben de izniniz olursa bu sefere sizleri davet ediyorum…
Romanın ana kahramanı Dr. Mehmet Nuri’dir. Mehmet Nuri hastalarını gerektiğinde para almadan, hatta hastane masraflarını cebinden ödeyecek kadar merhametli bir doktordur. Bir Jinekolog olan kahramanımızın meslek seçiminde en büyük etken kendisini dünyaya getirirken ölen annesine olan vefa borcunu, doğum yapacak kadınlara yardım etmekle ödemeye çalışmasıdır. Bunu tüm annelere vicdani ve mesleki bir borç olarak görmektedir. İş hayatında böylesine özverili ve çalışkan olan doktorun ruh dünyası ise…
Dilerseniz iç dünyasını Mehmet Nuri’den dinleyelim; “Hani üzerinden kimselerin geçmediği sahipsiz köy yolları vardır. İlgisizlikten canavarlaşmış insan boyu kamışlı yollar. Mevsim sonbahardır. Alacakaranlık bir havada yürürsün Ardından birinin geldiğini zanneder ürperirsin. Kendinden başka her şey korkutur seni, ama ısrarla bir şeyler ararsın tanıdık. Kalbinin gümbürtüsünden kulağına gelen sesleri duymazsın. Ter içindesindir. Dere tepe koşarsın. Etrafında rüzgârdan uğuldayan kamışlara çarparsın. Yüzünü gözünü yavuz bir köpek gibi dalar, umursamaz koşarsın. Bildiğin bir yere tanıdığın bir yüze ulaşmak için boğulurcasına koşarsın. Akşam güneşinde terlemiş ilgisizlikten sarmaş dolaş boy vermiş otların kokusu çarpar burnuna. Alışılmış kentli kokulara benzemez onların kokusu. Hoyrat bir kokudur o.vicdan yanığı gibi ya da ihanet acısı gibi huzursuzluk verici. Ağlamakla geçmez ağrısı. Uykularında yastığın olur batar ruhuna. İşte o kadar yalnız ve bu kadar arsız benim duygularımın kokusu…” diye anlatacaktır bize kendini satır aralarında…
Bu kadar yalnız olan Mehmet Nuri’nin hayatında üniversite yıllarında ev arkadaşlığı yaptığı Ayhan ve eşi Serap ve yasemen kokulu Behiye teyzesi ki, bu yaşlı kadın Bulgaristan’dan zorunlu göçle gelmiş tüm yakınlarını teker teker kaybetmiş tek ümidi torununu yurt dışında aynı zamanda kiracısı olan Ayhan ve Mehmet Nuri’den aldığı kiralarla okutmaya çalışan yalnız ve yaşlı bir kadındır. Mehmet Nuri’nin yalnızlığı ve merhameti Behiye Teyzeyi anne yerine koyması için yetmiştir. Her akşam iş dönüşü onun odasından yükselen “Bir demet yasemen aşkımın tek hatırası, bitmiyor ayrılık, dinmiyor gönlümün hicran yarası…”şarkısı belki de bir nebze de olsa yalnızlığına yoldaş olmaktadır. Uzun yalnız gecelerinde dertleştiği kemanı ve bir de sözüne sohbetine sığındığı ruhunun yanında arındığını hissettiği Ali Haydar hocası vardır.”Ben Tanrı değilim ”yazılı ifadesi yine ona Ali Haydar hocadan aktarılan bir nasihatti ki, her cerrahi operasyonunda mutlaka bu sözü duyumsardı.
Komşusu ve gençlik yıllarının arkadaşı Ayhan ve eşi Serap sürekli kavga eden bir çiftti. Mehmet Nuri, Serap’ın, arkadaşı Ayhan’a karşı tutumuna için için üzülürdü ve onun dostuna hayatı zindan ettiği düşüncesine sahipti. Uzun saçları ve aykırı bir dış görünüşü vardı Mehmet Nuri’nin; rağmen içinde kendini bile sığdıramadığı koca yalnızlığı… Yorgun halde iş dönüşü uzandığı koltukta gördüğü bir rüyadan çok etkilenecek ve bu rüya basamak basamak yaşadığı anlarda sökülen bir örgü gibi önüne gelecekti. Rüyadan uyandığı anda radyodan rüyasına eşlik eden o ses hafızasından hiç gitmeyecekti.”Ey bir serencamda asılı lisanlar… Uzatın gözlerinizi güneş yağıyor.”
Uyandığında gördüğü rüyanın dehşeti ile ne yapacağını bilmez halde şafak sökmek üzere iken kendini dışarı atan Mehmet Nuri “Essalatu hayrun minen nevm”çağrısının ahengine kaptırarak camiye koşacak ve sosyal hayatta ki kimliği ile camideki bu adamı toplumun bağdaştıramayacağı endişesini de taşıyacaktı. Cami çıkışı yakındaki bir gece kulübünden çıkanların konuşmalarına istem dışı da olsa tanıklık edecek ve Leyla adındaki bu kıza duyduğu kadarıyla yapılan haksızlığa için için üzülecekti. Bilemezdi ki Leyla ile aynı gün içinde tanışacaktı. Ve hiç bir şey tesadüf değildi hayatta…
Duaları vardı Mehmet Nuri’nin yalnızlık anlarında sığındığı, duaları, dualarımız olsun diyerek âminlerle ben de eşlik ettim duasına.
“Kuşların dili ile açıyorum ellerimi, gün ağarırken hayata. Biliyorum ki Rabbim yalnız değilim. Cümle nebat ve cümle tabiat, çığlık çığlığadır. Yarın nerede başlar dün nerede biter. Ölüm soluksuz bir ruhtur kapında .Cıvıl cıvıl ve yeşile dönmüş kuşlar konuyor ellerime. Kar şeklinde çiyler düşüyor ruhuma yarım yarım ve ben ne zaman nerede ve ne şekilde istersen orada ve o şekilde uyanırım. Allah’ım ne zaman idrakim kilitlense hiçliğimi suya düşmüş bir kelebek kanatları gibi çırpındıkça ağırlaşan bir sükût ile anlayıp sana yönelsem bilirsin ki aslında hep varlığının kuytusundayım. Üşütme beni sana karşı mahcubiyetim bana yeter. Beni başkasının önünde mahcup etme. Beni başkasının önünde mahcup etme. Rezil etmekten ve rezil olmaktan sana sığınırım. Düşersem beni sen kaldır…”
Ah be doktor sancılarımız hep onun kuytusunda olmaktan değil mi, keşke tümden onun varlığına tüm samimiyetimizle sığınmayı başarabilsek ruhlarımız bunca kanar mı?
Duası makbul dualardandı ki, yaşamı bize bunu ispatlayacaktı. Rezil etmekten ve rezil olmaktan sığındığı Rabbi, onu yanılgılardan koruyacaktı. Bizleri de koru Ya rabbi!
O gün tanıştığı Leyla’dan etkilenecek ve istemeden sorunu ile ilgili kulak misafiri olduğu Leyla ‘ya yardımcı olmak adına onu arayacaktı, ancak bulamayacaktı. Onu ararken Ali Haydar hocasını hiç yakışmadığını düşündüğü bir yerde ve hiç yanına yakıştıramadığı bir genç kadınla görecek beyninde onu oturttuğu arifane köşkün depremine şahit olacaktı. Kısa bir süre sonra ise dünyasında anne kimliği ile oturttuğu yeri olan Behiye Teyzesini kaybedecek ve yasemenlerin kokusundan da mahrum kalacaktı. Tıp öğrenimleri boyunca dersler dışında cerrahi profesörü olan Ali Haydar hocanın gönüllerine yaptığı operasyonlarla da nemalanmış “Yunus olma zamanıdır. Gideceğiniz yer memleketin en kötü yeri bile olsa, insan gönlünün her yerde bir olduğunu unutmayın. Ayrıca Yunus olursanız en taş kalbin kapısından dahi geri çevrilmezsiniz Aşkı artık böyle anlatabilirsiniz insanlara…”
Sanırım Ahmet Bey bu nasihatlerde tarif edilen yolun ışığında bize bAŞKa bir Aşk’ı anlattı.
Ancak bu arif insana karşı, gördüğü görüntü akabinde güveni sarsılacak sonrasında her şeyin görülenden müteşekkil olmadığını anlayacak ve onun kendisine olan son sözleri
“Ben ateşin sıcaklığını bilirim,ama sen hala külün soğukluğunu öğrenemedin daha!..” ile bir daha onunla konuşma fırsatı bulamadan hocasının ölmesi, onun vicdanına açılan yaralardan biri olarak kalacaktı.
Behiye teyzenin ölümü ile yurt dışında okuyan torunu dönecek kimsesi olmayan Behiye teyzenin cenazesini yalnız başına kaldıran Mehmet Nuri ile Mehlika tanışacaktı. Bu tanışma ertesinde; Hüznüne bir yel değmişti ağaçların dalında sürgün veren filizlere seslendi;
“Ah benim gülüş kokulu, yeşil zeytin bakışlı hercai çiçeğim açma, ağlayacağın bu mevsim bahar değil har…”
Mehlika başörtüsü dolayısıyla Türkiye de okuyamamış yurt dışında okumak zorunda kalmıştı. Mehmet Nuri, Mehlika ile Leyla’nın arkadaş olduğunu öğrenecek ilgisi bariz bir şekilde Leyla’ya kayacaktı. Leyla’ya kadın ile erkeğin yapısını anlatırken parmak ucu ve tırnağı örneklendirerek bu tarifi yapacak kadının hissiyatını parmak ucuna erkeğin ise tırnağa benzetimini yaparak üstteki sert yapının ısrarla kaldırılmasının canı çok acıtacağını anlatacaktı.
Bu anlatım Leyla’nın kendini Mehmet Nuri’ye sunmaya hazır geldiği bir gecede yapılacak bu gece sonunda Mehmet Nuri ezanla uyanacak yüzüne çarpan ezan sesi ile ateşten kurtulmuş İbrahimi bir duygu ile caminin yolunu tutacaktı. Leyla ise reddedildiğini hatta retten daha öte şeyler olduğunu düşünerek hırçınlaşacaktı ve Mehmet Nuri’den kaçacaktı. Uzun süre Leyla’dan habersiz kalacaktı.Taa ki….
Mehlika yurt dışından okulunu bitirerek dönecek ve Leyla’nın düğünü haberini Mehmet Nuri’ye verecekti. Mehlika’nın Mehmet Nuri’ye dönmezden evvel yazdığı mektupta son satırda belirttiği “Allah sizi kimden korkuyorsanız ondan korusun.”duasının kabul edildiğini düşünüyorum ki Leyla ile yolları ayrılmıştı. Buluştukları o gün Mehlika, Mehmet Nuri’yi kazanmaya çalışacağı kararını kendine itiraf edecekti. Mehlika mutluydu. Ruhunun küflü düğmeleri bir bir çözülüyor ve birisi tarafından sahiplenmenin ve korunmanın uzun zamandır ihtiyacı olan muhteşem hisler olduğunu duyumsuyordu. Mehmet Nuri, Leyla ve Mehlika’yı kendince tarif ederken; Manzaraları soğuk bir kış gününde biri evin içinde biri dışında camdan birbirine bakan iki kuşa benzetiyordu. Birisi adeta
“ Ben dışarıda olsam ve özgürce uçabilsem”,diğeri ise “Keşke ben evin içinde kalsam, kışta kıyamette dışarıda donup ölmesem” düşüncesindeydi.
Ancak Mehlika bir yanılgıya düşecek Mehmet Nuri’ye dair hissettikleri altüst olacaktı. Mehmet Nuri’nin gördüğü kâbus olanca hızıyla devam ediyordu. Mehmet Nuri’nin balkonunda yuva yapan kumruların yuvası gösterdiği itinaya rağmen eve gizlice giren biri tarafından yağmalanacak ve yavrulardan biri ölecekti. Kapısına bırakılan not “Umarım o günahsız yavru aşkın ne olduğunu öğretir sana da el gün içine çıkamazsın.” Notu beynini allak bullak edecekti.Neler olduğunu anlamaya çalışırken idrakinin en zorlandığı anlardan birini yaşarken, üst kattan gelen Serap ve ve Ayhan’ın kavga seslerini bölen silah sesi ile irkildi.
Sese çıkan komşulara ambulans çağırın derken, balkondan tırmanarak Ayhan’ın
evine çıkacak ve şakağından kendini vuran Ayhan’ın cesedinin elim görüntüsü yanında Serap’ın “Çok geç kaldın Mehmet .Hem de çok …Yıllar önce gelmeliydin, kızım sana emanet.Başka kimseye anne dedirtme.”sözleri bitiminde dokunduğu silahın sesi belleğinden asla gitmeyecekti.
Akabinde mutfağa koşacak Serap’ın doğumuna günler kalmış yavrusunu karnından dışarıya alarak yaşamasını sağlayacaktı. Yaşamın sesi nice acılarla boyanmış bu odanın duvarlarında yankılanacaktı. Gelen sağlık ekipleri bebeği alıp cenazeleri morga götürürken Mehmet Nuri bu defa cinayet zanlısı olarak tevkif edilecekti. Hatta mahallelinin nefret dolu gözleri altında karakola götürülecek akabinde aklanacaktı. Serap’ın hatıra defterini bulan komiser bunu deliler arasında paylaşmamış ve Mehmet Nuri’ye teslimi uygun görmüştü.
Serap ölümsüz bir aşkla tutkuyla âşıktı Mehmet Nuri’ye ve sırf ondan uzak kalmamak adına Ayhan’la evlenmişti. Hatıratı şöyle başlıyordu;”Bir özneyim devrik cümleler biriktiren kadınlığıma,yerini kimsenin bilmediği eski efsaneler adasında ,kaç dolambaç çizdi yüzüm gayri meşru ayrılıklara Oysaki yolunu hep şaşırdı intihar,hüzün kokan sabahın eşliğinde öfkemi düğümlüyorum usulca….Kapılar aralık şimdi,üzülmemeliyim kanın dönüp dolaşıp geleceği yer yaradır…”yazdığı satırları “Keşke çocuğumun babası o olsaydı, Allah’ım ben olmasam da canımın iki parçasını da koru.” diyerek bitirmişti.
Mehmet Nuri, kadın ruhunda aşkın bilendikçe keskin bir silaha dönüştüğünü anlamış ve Serap’a içten içe saygı duymaya başlamıştı.
Çocuk hastanesinden aldığı Elif’ini uyuttuğunda içinde kopan fırtınalarla hala savaştaydı. Hangi günahının, hangi hatasının bedeliydi yaşananlar beyninde cevapsız sorularla şadırvanın başında yerini aldı. Tertemiz bir tövbe ile açmalıydı ellerini, sonra Erzincanlı amcanın sigarası gibi özenle sarmalıydı yaralarını.
”Rabbim sahipsiz avuçlarımı sensiz koyma.” diye yalvardı.” Belki annemi bile sevgisi ile senin sevgini gizleyecek diye ben öldürdüm artık kadınlarla beni imtihan etme “
diye devam etti duasına. O an Âlem dile geldi, mekân dile geldi boğazına düğümlenen her bir toplu iğneyi söktü yerinden. İlk duası düştü aklına, küçücük annesizliğinin duası
“Allah’ım bana annem gibi seveceğim birini ver demiştim…”diye hatırladı, duası tam bitmişti ki bir titreme sardı acı yorgunu bedenini, iliklerine kadar ulaştı. Yutkundu, yutkundu…
............
Kozasını yeni yırtmış kelebek gibi süzüldü aklının girdabından Elif, ıslanmış kirpiklerinden tutup aşkın ve tamahın bütün merhameti ile fısıldadı.”Babacığım üzülme ben geldim…”
Yazara bundan sonraki yazım ve iş hayatında başarılar diler,edebiyat dünyamıza kazandırdığı bu nadide eser için burada kendisine bir kez daha teşekkür ederim..Saygılar tüm dostlara…
Not: yazıya fazlaca yorum katmadım ,yazar öyle güzel anlatmış ki kendini satır aralarında ne demişler “Arife tarif gerekmez.”
Perihan TUNÇOK
ESMİZE 30 Nisan 2011 izmir
YORUMLAR
Çok merak ediyordum okumadan önceki hazırlık sayıyorum bu anlatıyı. Ne gelirse senden gelsin sözü gibi ne varsa gelmiş Mehmet Nuri'nin başına. Vardır bir hikmeti elbette. Sitemizden bir arkadaşımızın başarılarıyla gurur duyma keyfini yaşattığı için Ahmet Bey'e ve çalışmayla merakımızı dindiren Esmize'ye teşekkür ediyorum. Selam ve sevgiyle dost yürekler...