- 1406 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Udi Sadi - 'Hiper Sofi'
UDÎ SADİ
* Hiperaktif Derviş *
“Olur, anlatayım. Udî derler. Hiper sofi derler. Bende lâkap gani. Yirmi dört yaşındayım. Gencim, delikanlıyım, saygılı, heyecanlıyım.
Altı kardeşiz. Ben en büyükleriyim. Sonra sırasıyla Sina, Safâ, Seda, Sami ve Sena var. Peder dolmuşçudur mahallede. Validemde sağ şükür. O ev hanımı. Sina’yla ben gurbette doğmuşuz, diğer kardeşler burda.
Çocukluğumuzu bıraktık Alamanya’da. Sonra kesin dönüş hikâyesi, doğru ata yurduna. Cânım şehrim, evliyâlar yatağı, yeşil Bursa’m. Burada geçiyo günlerim. Ud çalarım, arada program yaparım. Boylu sayılmam ama soylu sayılırım. Dedelerim arasında şehitte vardır gazide. Benimde bir ara Bosna ve Çeçenistan’a uzanmışlığım vardır. Allah kabûl etsin.
Konumuz o değil gerçi, ne anlatıyordum oğlum ben? Neyse Veli sen üstünü tamamla sohbetin. Saati gelmiş. Ben antrenmana geç kalıyorum, çıkışta uğrarım kaveye, tamamdır kardeşim, var mı bir emrin? Eyv’Allah. Çayları verdim. Estafurulla kardeşim, lafımı olur? Ağırla sen.
Çok memnun oldum. Geniş zamanda konuşuruz yine. Bana müsaade selametle efenim, selametle.”
Âlem adamdır. On parmağında yirmi marifet. Her tanıyanı hayran bırakır kendine. Zekidir ama pek akıllı sayılmaz. Çocuk yaştan beri okur. En iyi özelliklerinden biri de not almasıdır. Onlarca hatta yüzlerce defteri vardır. Zaman zaman bakar. Sadi kardeşimden edindiğim tek davranışta bu olmuştur. Başka bir özelliğini isteyerek almadım. Bir de kendine özgüveni. Hayran kalmışımdır her zaman. Taklit edeyim dedim defalarca denedim, yok olmuyor. Sanırım içten gelen bir şey. Mayadan biraz. Ben çekinirim, o çekinmez. Sadece, yani babasından, biraz…
Tanıştığımızda lisedeydik. Bursa’da oturuyorduk o zamanlar.
Cıva gibi delikanlıydı. Spor yapardı, sağlam karateciydi. Dereceleri bile vardı. Göğsü kuş kafesi misali önde, omuzları kaslı, beli ince, yakışıklı delikanlıydı. Kıvır kıvırdı saçları. Yeşil gözler, dik dik bakan tuhaf tavrı ile o zamanlar bile dikkatini çekerdi herkesin. Güzel ve temiz giyinirdi. Saç traşı falan, farklı bir adamdı. Hani artiz gibi çocuk derler ya, o tiplerden tam.
Affedersiniz. Kendimi tanıştırmayı unutmuşum. Ben Veli. Veli Çınarlı. Üniversite öğrencisiyim. Üçüncü sınıf. İstanbul Üniversitesi, maliye bölümündeyim. Amatörce tiyatro yaparım. Okul kulübünde. Beni tiyatroya da Sadi başlatmıştır.
O zamanlar şiir falanda yazardı, sonra tiyatro oyunları yazmaya başladı. Kısa skeçler falan. Ortaokulda oynamış, beğenilmiş. Turneye gelen tiyatrocularla da tanışıp kaynaşınca, kulis tozu girmiş kanına. Şehir tiyatrolarına da gitmiş, figüran olarak.
Acayip hareketli bir adamdır yani. Yerinde duramaz. İlle bir şey yapacak. Okuyacak, yazacak, çalacak, söyleyecek. Hiçbir şey bulamazsa mahallenin çocuklarına sokakta program yapar. Sokak tiyatrosu yaptık iki sene beraber. Bir de Mustafa vardı, Mustafa abi daha doğrusu. Büyüktü bizden. Tam bir sanat manyağıydı. Beş vakit namaz kılardı. Sakallı, iri yarı. Gür sesli. Tanımadan göreydiniz, inanın korkardınız.
Sonra kıydı canına. Bir bunalım,
bir cinnet an’ında, asmış kendini…
Sadi çok sarsıldı. Bizde ama o değişti de. Asabileşti, evle de arası bozuldu. Zaman zaman giderdi sağa sola. İş, güç baha-nesiyle. Sonra örgütler, tekkeler, dergâhlar. Andırgrand derler ya hani, ne kadar illegâl oluşum var, arayıp, bulmaya başladı. Takıldı da çoğuna. Ama rahat etmedi yinede. Bir ara bir derviş amcayla tanışmış. Berber, ama udî adam. Besteleri de varmış. Basri hocam derdi, içi titrerdi anlatırken. O çok etkilemiş onu. İlahi grubu falan kurmuşlar, katılmış hemen.
Sonra babasının işleri bozulunca bırakmış okulu, bir bakkalları vardı mahallede. Tam göbeğinde. Oraya bakmış. Kardeşleri okuyorlar ama. Bizde bakkalı işletirken tanışmıştık. O gün bu gün ayrılmadık hiç. Ta ki ben üniversiteyi kazanana kadar.
Giderken aklıma gelmemişti heyecandan. Sonra gidip yerleşince İstanbul’a, en çok bizim deli Sadi’yi özlediğimi fark ettim…
Bir gün uyuya kalmışım. Sınavımda var. Saati kurmuşum güya ama geç yatınca nasıl kalkarsın? Kapatıp yatmışım. Bir tuhaf rüya. Kapı nasıl çalınıyor. Güm güm güm. Kabûs gibi ses. O zaman cep telefonları yok ki böyle. Bir ses tanıdık gibi, ama toparlayamıyorum kendimi. Cama bir taş geldi sonra. Uyandım. Ne oluyor diye anlamaya çalışırken, kapı tekrar çalındı. “Alooo, uyansana lan, kardeş olcan bir de…” Bu ses!
* * * * * * *
İki arkadaş buluştular yine. Coşkun sarıldılar. Veli don gömlek, sarılmış, gözlerine yaş gelmiş. Farkında değil. Sadi yükünü alıp yerleşmeye başladı hemen. Veli hâlâ şaşkın.
- Karnın aç mı kardeşim?
- Okulun yok mu olum senin?
- Var tabi, olmaz mı? Hassiktir, sınava da geç kaldım.
- - Sen yürü git olum sınavına, bin taksiye. Var mı para üstünde. Al yoksa.
- Var oğlum var. Ayıp olmaz dimi sana?
- Ya yürü git. Tahsilin ayıbımı olur Allah âşkına.
- Sen kahvaltı mahvaltı ayarla bişeyler kendine, bak bakkal aşağıda, fırında var karşı sokakta. Anahtarı bırakıyorum, ben kaçtım görüşürüz çıkışta.
- Tamam bilader. Allah zihin açıklığı versin. Asıl sorulara göreyim seni. Gelince beraber yeriz. Kitaplarına bakıyom aga?
- Bak tabi, görüşürüz.
- Allah’a emanet
- Sağol.
Veli bir kez daha sarıldı Sadi’ye. Mutluydu. Fırladı sonra. Ayakkabılarını bile bağlamadı. Çantasını sırtına yerleştirirken;
- Özlemişim be seni ne iyi ettin geldin…
- Uza lan, geç kalmışın zate, gelince konuşuruz.
Sadi eve baktı önce. Biraz dağınıktı ama güzeldi. Az eşya, tam bekâr evi. Lise okuyamadığı için üniversitede okuyamamıştı. İçi burkuldu.
(devam edecek)